Ulus devletin makul vatandaş ve homojen bir topluluk oluşturma politikası, kültürel çeşitlilik ve zenginlikler açısından ciddi tehdit ve tehlikelere yol açtığı bilinen bir gerçektir.

 Ulus devlet cephesinden bakanlar farklı dillerin ulusal birliği ve homojenleşmeyi engellediği iddiasındadırlar. Bu sebeple tek tipleştirme ve birlik adı altında tek dilliliği savunmaktadırlar.

Ulus devletler; kuruluş aşamalarında baskı, yasak ve soykırım politikalarıyla kendi bünyelerindeki milletlerin varlıklarını üretmelerinin önüne set çekerler. Bu durumda dil kıyımı da denilen dillerin yok edilmesi olgusu yaşanır. Daha yaygın politika ise asimilasyon olmuştur.

 Yeni cumhuriyet rejimi, parçalanmış ve tasfiyeye uğramış olan Osmanlı imparatorluğunun bakiyelerinden çağdaş bir ulus devlet oluşturmak istemiştir. Çağdaş bir ulus devletin olmazsa olmaz şartlarından biri de vatandaşların ümmet zihniyetine ve millet düzenine dayanmayan(!), dil, din ve ırk farkı gözetmeyen bir anayasal rejim altında yaşayacakları bir devlet olmaktı. Bu nedenle Cumhuriyetin kurucuları, “Ziya Gökalp Milliyetçiliği” doğrultusunda "tek dil, tek ülkü, tek hars(kültür)" ilkelerini uygulamayı ve topluma yerleştirmeyi hedeflemiştir.

Dil; bir milletin kimliği, hafızası ve kültürüdür. Dil, insanlar ve nesiller arasında en önemli aktarım aracıdır. Dil, dünyayı algılar ve düşünceleri şekillendirir. Dil, bununla sınırlı kalmayıp aynı zamanda gerçekliği de şekillendirir. Ortaya çıkan gerçeklik toplumsal bir algı oluşturur ve toplumun bütün bireylerine aktarılır.

Dünyada konuşulan altı bin dilin yarısının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bilinen bir gerçektir. Dünyada altı bin dil olmasına karşın bu dillerin tümü iki yüz ülkede konuşulmaktadır. Bu da dünyanın tek dilli değil çok dilli olduğunu gösterir.

Örneğin, Papua Yeni Gine’de 850, Nijerya’da 427, Kamerun’da 270, Zaire'de 210, Avustralya'da 250, Hindistan'da 380, Endonezya'da 670 farklı dil konuşulmaktadır. Bu dillerin yüzde 70'inden fazlası 20 ulus devlette konuşulmaktadır.

Çok dilli toplumlarda bu zenginliği tehlike olarak görenlerin yaklaşımı sorunludur. Ülkemizde de bu sorunlu yaklaşım yüz yıldır iktidardadır.

1982 Anayasasının 42. maddesiyle tek dile dayalı resmi dil politikasının çerçevesi çizilmiştir. "Türkçe’den başka hiç bir dil eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez "

1983 tarihli 2933 sayılı Yasa’nın Üçüncü maddesinde de Türkçe'nin dışında hiç bir dilin ana dili olarak kullanılamayacağı ve yayılamayacağı belirtilmiştir.

Haklı olarak soruyoruz Azınlıklar için bu kanun geçerli midir, değildir.

Ama Alman ya da Fransız azınlıklar isterse kendi ana dillerinde okul açıp eğitim verebilirler.

Kürtler, Abhazlar, Araplar, Gürcüler ve Lazlar azınlık olmadıkları için bu haktan faydalanamıyorlar. Oysa bu halklar bu ülkenin asli unsurlarıdır. Bu çifte standarttan vazgeçilmelidir diyoruz. HÜDA PAR olarak ölçümüz budur. Bu bölünme paranoyasından kurtulmamız gerekir diyoruz.

Ulus devlet fikrinden kardeşçe yaşamayı mümkün kılacak bir yapının tesis edilmesi lazım gelir. Ana dilin önündeki en büyük engel ulus devletin ortaya koyduğu ideoloji ve mevcut yasalardır. Bu yasaların ortadan kaldırılması ve yerine kardeşçe yaşamayı gerçekleştirecek sistemi inşa etmek gerekir. Bu, siyasetçilerin en temel görevidir.

Ana dilde eğitim ve öğretim bu coğrafyada yaşayan tüm halklar için bir hak, ülke bölünür paranoyasını taşıyanlar nahaktır.

Âlimlerin, aydınların ve siyasetçilerin vicdanının köreldiği toplumlarda Ali Şeriati'nin deyimi ile “bilinç, yerini eşekleştirmeye bırakır.” Bu ülkenin ma’şeri vicdanını, aklı esir alınmamış aydınlarını ve siyasetçilerini bu kritik süreçte samimi bir yüzleşmeye davet ediyoruz.

HÜDA PAR olarak “Ana dilimi seçiyorum" mottosuyla başlattığımız kampanyaya tüm halkımızın duyarlılık göstermesini bekliyoruz.