Eğitim; insan yetiştirme, insanda var olan gizli cevheri ortaya çıkarma, adam etme, doğruyu yanlıştan ayırt etme kabiliyeti kazandırma sürecidir.
Evet dikkat edilirse bir süreçten söz ediyoruz.
Yaş ve ihtiyaç durumuna göre bireye verilmesi gereken adap, edep ve ilim faaliyetidir.
Sistemsel mekanizmanın proje ve projeksiyonudur.
Holostik paradigmanın amaç ve hedeflenmesidir.
İnsanı yoktan var eden Allah, onu hem madde hem de mana boyutuyla var etmiştir. Dolaysıyla fıtri özelliğine göre eğitilirse insani bir kimlik kazanır ve Rabbine kul olmaya çalışır. “Nefsini tanıyan Rabbini tanır” ilkesiyle hayatını şekillendirmeye çalışır. Beden ve ruh eğitimiyle bütünlüğü yakalar ve tekâmüle doğru mesafe kat eder. Hem dünyasını imar eder hem de ahiretini. Hem kendi sorumluluğunu yerine getirir hem de sosyal sorumluluğunu.
Seküler eğitim anlayışını benimseyen pragmatist dünya düzeni, maneviyatı arka plana iterek salt maddeci bir eğitimle küresel sermaye sahiplerine müşteri yetiştiriyor. Bugün eğitim konusunda görülen başarısızlığın nedeni eğitime ilahi referansların karıştırılmamasıdır. Yönetimde ilahi referansları tanımayan bir sistemin, eğitimde fıtri ilkeleri tanıması elbette beklenemez. Sistemde yaşanan çarpıklıktan dolayı eğitimdeki problemler ve başarısızlıklar bir türlü aşılamıyor.
İnsanı nasıl eğiteceğini, daha ilk ayetinde kendini terbiye edici vasfıyla bizlere tanıtan Rabbine sormayan ve eğitimin içerisine dini karıştırmayan bir sistemin sonucu olarak ruhsuz, mutsuz, hedefsiz, sorumluluklarını yerine getirmeyen, sadece zevk ve haz peşinden koşan bir nesil meydana geldi. Yani insanoğlu Rabbinin kendisi için yarattığı kanunlara boyun eğmek istememekte, hayat tarzına, yönetimine ve eğitimine yaratıcı olan Allah’ın kanunlarını karıştırmamakta ve her şeye aklıyla çözüm bulacağını zannetmektedir. Sonrası ise hüsran, kargaşa ve şaşkınlık… Bu gösteriyor ki dindar bir nesil, dindar olmayan bir sistemin içerisinde yetiştirilemez. Çünkü yanlış bir sistemin içerisinde doğru bir eğitim verilmesi mümkün değildir.
Dine düşman ve yaratıcısını Rab olarak görmeyen kalabalıklar; tutucu, basmakalıp, haşin, gaddar, zalim, vahşi, barbar ve vandal oluverir. “Kinleri ağızlarından taşmıştır, kalplerinde ise saklı tuttukları kin daha büyüktür”. (Ali imran:118) ilahi fermanı onların ruh emarını çok net bir şekilde çekmektedir.
İnançsız, hissiyatsız, asi ve inkârcı bir nesil, yaptıkları bütün eylemleri artık sıradan olarak görür.
6-8 Ekim olayları bunun en tipik kanıtıdır. Diyarbakır’da sokak eşkıyaları aldıkları talimatla şehri harabeye çevirmeye, şehirde hedef gösterilen insanları da katletme yarışına giriştiler. Üstelik bu mağdur kesim de kendi hemşerileri ve hatta kimisinin de uzaktan, yakından akrabalarıydı. Ruhsuz ve cani tıynetli bu çeteler, çocuk yaştaki Yasin’i bina dairesine sıkıştırdılar, ardından ev sahibi ile beraber apartman dairesinin 3. katından aşağı attılar, yetmedi yerde taş ve sopalarla işkence ettiler, üzerinden araç geçirdiler, doyumsuz vampirler hızlarını alamayarak masum bedenini de yaktılar. İnsanlıktan çıkmış ve gözleri kan bürümüş bu vandallar halay ve zılgıtlar çekerek vahşetlerini kutlamaktan da geri kalmadılar. Şehrin ve bölgenin diğer illerinde de benzer tablolar söz konusuydu. Sadist, kula kul, nefsine esir ve hemcinslerinden birini put olarak kabul etmenin neticesi bundan başka olamaz.
Ve bugün, Gazze’de yaşananlar o günün tekrarı ve hatta çok çok daha büyüğüdür. Havadan ve karadan yapılan saldırılarla mazlum Gazzeliler katledilmekte, hunharca, bedenleri parçalanmakta, evleri ve apartmanları başlarına yıkılmaktadır. Sadist, vandal ruhlu ve teknik beşer imali işgalci çetenin geride bıraktıkları ancak bu olur.
İşte insanı teknik bir beşer olarak yetiştirmenin projesi bundan ötesi olamaz. O yüzden Rabbimizin hilkat sünneti terk edilmemeli ve insanı eğitirken hem ruhunun hem de bedeninin ihtiyaçları karşılanacak şekilde sistemsel bir paradigma esasına göre olmalıdır.