Sizler de takdir edersiniz ki günümüzde bir ülkenin bağımsız olup olmadığının ölçüsü, meşru bir hükümet tarafından yönetiliyor olması ve bir bayrağının dalgalanması değildir. Ölçü; anayasasının, milletinin iradesinin eseri olup olmadığıdır. Çünkü bu, o ülkenin bir müstemleke, yani kendisinden daha güçlü bir ülkenin uydusu olup olmadığının göstergesidir. Elbette başka nedenler de vardır ama belirleyici olan budur. Müstemleke ülkelerin alametifarikası, vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerine getirilen sınırlamalar, yasaklar, iç kargaşalar ve birilerine bağımlılıktır. Müstemleke ülkelerin yöneticileri ile bu ülkeleri sömürenlerini ortak çıkarlar temelinde bir araya getiren de bu olumsuzluklardır. Bazen bu olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yeltenen yöneticiler olur ve işte onlar da karşılarında gerek içeride ve gerekse dışarıda olup da çıkarlarını bu olumsuzluklara borçlu olanları görürler.

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde üzerinde kurulan devletlerin hepsi zaafları oranında birer müstemleke ülkedirler. Türkiye de ne yazık ki bu müstemleke ülkelerden biriydi. Bu iddiamızın delilleri de ana hatlarıyla şunlardır: Rejimin adı Cumhuriyet olmasına rağmen rejimin toplumun ezici çoğunluğunun inancı ile savaş halinde olması… Cumhuriyeti kuranların hayata geçirdikleri inkâr politikalarının, ilk baştaki şiddette olmasa bile halefleri tarafından da devam ettiriliyor olmaları… Bu müstemleke halin devamı için toplumsal barışı, güveni ve refahı esas alan çabaların ülkemizi müstemlekeleştirmiş olan güçlerin ve onların içerideki işbirlikçilerinin eliyle akamete uğratılmaları… Eğer üzerinden 100 yıl geçtiği halde hala darbe anayasalarıyla yönetiliyorsak, bu, millet olarak müstemlekeciliğe tümüyle galebe çalamadığımızdandır. Malum, ülkeyi bu müstemleke halden kurtarmaya çalışan Menderes, Özal ve Erbakan gibi yöneticilerimiz de olmuştur, ama başlarına neler getirdiklerini biliyoruz. Bir hükümet müstemlekecilikle mücadele etmeye görsün, müstemlekecilerin onu yıkmak için yapmayacakları bir kötülük yoktur. Bizi müstemlekeleştirmiş olan ülkelerle kıyasıya mücadele Erdoğan ile birlikte yeni bir aşamaya geldi. Bunların hangi ülke veya ülkeler olduklarını bilmeyenlerimiz var mı? Bunları başından beri biliyorduk, ama adlarını anmaya korkuyorduk. Ama bugün bunları ABD, israil ve AB diye adlarıyla anmanın ötesinde, onlara rağmen adımlar da atabiliyoruz. Mesela, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu bu adımlardan sadece bir tanesidir. Düne kadar ABD’nin devlete silah sıkan PKK, YPG vd. yapılara gönderdiği silah dolu uçakların, helikopterlerin ve tırların sadece sayılarını tutabiliyorken, bugün haddizatında çoğu bu toprakların çocukları olan o yapılarla adalet eksenli bir ittifak kurmaya doğru yol alıyoruz. Hepsinden de sevindirici olanı gerek devletin yetkili ağızlarının ve gerekse örgüt liderinin ve siyasi uzantısının olası iç ve dış saldırılar karşısında aynı dili kullanıyor olmalarıdır. Dış güçlerden kastın başta ABD ve israil olmak üzere müstemlekeden kurtulmamıza karşı olan devletler olduklarını da açıkça söylüyorlar.

Çünkü onlar biliyorlar ki, toplumsal barışımızı sağladığımız oranda bizim üzerimizdeki tahakkümleri gerileyecek ve bir sonraki adım, üslerinden başlayarak içimizdeki meşruiyetleri sorgulanacaktır.

Sonuç olarak “Terörsüz Türkiye” sürecinin başarıyla sonuçlanması, müstemlekecilere karşı galip olduğumuzun ve başarısızlıkla sonuçlanması da müstemlekecilere bir daha yenildiğimizin adı olacaktır. Öyleyse bu süreci adil bir mutabakatla taçlandırmak hepimizin görevidir