Hem, “ben Müslümanım” demek, hem de İslam’a ve dolayısıyla insanlığa savaş açanların yanında yer almak… Ve hem, “ben Müslümanım” demek, hem de malıyla ve duruşuyla masum insanların tecavüze uğramalarına, öldürülmelerine ve her türlü zulmü görmelerine katkıda bulunmak…

İşte ümmet olarak bugünkü hayatımızın özeti budur!

Sadece herhangi bir ülkedeki Müslümanlar için değil, yeryüzündeki bütün Müslümanlar için aynı derecede geçerli olan ve hepimize aynı derecede sorumluluk yükleyen büyük bir sınavdan geçiyoruz. Ancak bu sınavın diğer birçok sınavdan farkı, cevabını da biliyor olmamızdır. Öyle ki, adımızdan ne kadar emin isek, cevabımızın doğruluğundan da o kadar eminiz…

Bu sınavın adı Gazze’dir; İsrail’in Gazze’de 600 küsur günden beridir yapmakta olduğu soykırımdır ve sorusu da şudur: Bizler kalbimizle, dilimizle ve elimizle mazlum Gazzelilerin mi yanındayız, yoksa zalim İsrail’in mi?

Zerre kadar küçük olsa bile gerçekleştirdiğimiz her eylemimiz Allah’tan bize ya mükâfat ya da ceza olarak döndüğüne göre, anılan soykırım karşısındaki her eylemimiz de bize mükâfat ve ceza olarak dönüyor demektir.

Bir haramı bizim için mubah kılan şeyler çok sınırlıdır ve ayrıca hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar açıktır. Ki bunların başında can güvenliği vardır. Örneğin, açlıktan veya susuzluktan ölmeyecek haram olan şeylerden yiyip içebiliyoruz. Hakeza dinimizin normal şartlar altında haram kıldığı bir fiili de aşırıya gitmemek şartıyla işleyebiliyoruz. Ki bu istisnalar şimdi yaşamakta olduğumuz Gazze sınavı için de geçerlidir.

Şimdi gelin, bu istisnalar dışındaki eylemlerimizi iman ettiğimizi söylediğimiz Allah’ın hükümlerine göre değerlendirelim ve böylece hangi eylemlerimizle kimin yanında ve kimin karşısında olduğumuza bir bakalım…

Sizler de takdir edersiniz ki, hangimize, “soykırım yapan İsrail’in mi yanındasın, yoksa meşru müdafaalarını yapan Filistinlilerin mi?” diye sorulsa, cevabımız net: Tabii ki, zalim olan İsrail’in karşısında…

Ancak bunu eylemlerimizle ispatlamaya gelince, darmadağın oluyoruz, hem de bütün bir ümmet olarak… Çünkü hala çoğunluk olarak İsrail’in yanındayız. Bireyler bazında baktığımızda da bu böyledir, cemaatler, partiler ve devletler bazında baktığımızda da… Bunun delili de hala İsrail ile olan ticaretimiz ve gerek İsrail’in, gerekse de bu soykırımda İsrail’in yanında olduklarını açıklayan şirketlerin ürünlerini alıp satıyor olmamızdır. Bunların içinde hayati derecede önemli ürünler varsa, tabii ki, alternatifini buluncaya veya ortaya koyuncaya kadar alabiliriz. Fakat ticaretimizin ve alışverişimizin içeriğine baktığımızda, bu bilincin oldukça gerisinde olduğumuzu görüyoruz.

Örneğin, hiç içmemek veya alternatifini bulmak hiç zor değilken, Siyonistlerin sigarasını cebinde taşıyanlarımız milyonları ve hatta yüz milyonları bulmuyor mu?

Ya cemaat, dernek ve partiler? Kaç tanesi kendilerine hiçbir maddi zararı bile olmayacak bir boykotu ciddi olarak yapmaktadır?

Krallarımız, Emirlerimiz, Başkanlarımız ve Cumhurbaşkanlarımız ise, birkaçı dışında, eylemleri ile İsrail’in yanında ve hatta hizmetinde değiller mi?

Bir de biliyorsunuz, Müslüman olmadıkları halde soykırıma karşı gelen, boykot ve protestolar yapan ve hatta bazıları canlarını verecek kadar eylemler gerçekleştirenler var.

Şimdi gelelim başlıktaki sorumuza…

Müslüman olmadıkları halde bu zalimlere karşı olanlarla tıpkı Hılf’ul-Fudul” gibi bir ittifak yapacağı şüphesizdir. Peki, ya Müslüman olduklarını iddia edip de, hala İsrail ve yandaşlarıyla ticaret ve alışveriş yapanlar için ne derdi acaba? Bir de sorumuzun alanını daraltarak soralım: “İslam’ın temel niteliklerine aykırı olduğu tespit edilen Meallere” karşı savaş açacak kadar kendilerini Müslüman gören Devletlûlar, Hükümet ve Diyanet ne diyorlar?