Başkan Erdoğan’ın son olarak, Filistin’i Destekleyen Parlamentolar Grubu Toplantısı’nda, “içim kan ağlayarak söylüyorum, İslam Dünyası kendisinden bekleneni maalesef yerine getirememiştir” demesi üzerine, bazı gerçekleri haykırmak ve yetkililere bazı soruları yalın bir şekilde yöneltmek, biz Türkiye’deki her Müslümanın üzerine vacip ve hatta farz oldu.
Şimdiye kadarki yazılarımda da birkaç kez söyledim… Katil israili olduğu gibi tanımlayabilen lider Erdoğan’dır. Erdoğan'ı dinleyip de önce ağlamamak ve akabinde de bu soykırıma karşı kıyam etmemek mümkün değil! Sözlerine itirazım ve itirazımız yok ve kendi adıma söyleyeyim, inanıyorum da… Ancak icraatlarına baktığımızda, ne yazık ki, bugüne kadar bu söylediklerinin gereğini görmedik ve hala göremiyoruz.
Aksine israile ihracat üçüncü ülkeler üzerinden devam ediyor ve dahi Ceyhan Petrol Boru Hattından israile gürül gürül petrol pompalanıyor!
Hâlbuki Uluslararası Ceza Mahkemesi de israil için soykırımcı demişken ve diğer yandan BM’nin de benzer onca açıklaması ve kararı varken, Erdoğan da bu kurumların uluslararası bağlayıcılığı ve hatta yüklediği yükümlülükler doğrultusunda bazı adımlar atabilirdi, atabilir. Çünkü şuna imanımız kadar inanıyoruz ki, Türkiye, örneğin, “israil, UCM’nin ve BM’nin kararları gereği Gazze’de soykırıma derhal son vermediği ve Filistin'in diğer bölgelerinde operasyon ve işgallerini durduruncaya kadar Ceyhan Boru Hattı’nı kapatıyoruz” şeklinde karar verdiği andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Böylece hem gözlerini ve ümitlerini Türkiye’ye bağlayan dünya Müslümanları üzerlerindeki ölü toprağını atıp silkinecekler ve hem de Soykırım İttifakı, kendileri için önemli bir tehlike olan bu silkinişin harekete geçmemesi için Türkiye’nin bu çağrısının gereğini yapmak zorunda kalacaklardır. Bütün mazlumlar haklı olarak Erdoğan’dan bu gibi adımları bekliyorken, bir de bakıyoruz ki, Hükümet Sözcüsü çıkıp, “Ceyhan Boru Hattı’ndan her gün 700 bin varil pompalandığını ve Türkiye'nin bu ticarette varil başına 1 Dolar 27 Cent aldığını” gururla söyleyebiliyor…
Biz de sözün burasında ve yukarıdaki çelişkilerden de hareketle Başkan Erdoğan'a ve AK Parti’nin her kademesindeki yöneticilerine dostça soruyoruz… Diyelim ki, kana doymayan uluslararası güçlerin ekonomik vb. tehdit ve baskıları nedeniyle hükümet düzeyinde gereğini yapma gücünü kendinizde bulamadınız. Peki, parti düzeyinde de mi HİÇ, ama HİÇ bir şey yapma gücünüz yok? Siyonist şirketlerin açılışını yapıp, bol kazançlar için dua edeceğinize, topyekûn bir boykot yapmak sizin de üzerinize farz değil mi?
Yeri gelmişken, sorgulamamız gereken diğer iki önemli kurum daha var; İlahiyat ve Diyanet Camiaları… Amerika'dan Avrupa'ya ve Asya'ya kadar, hem de çoğu Müslüman olmayan öğrenciler ve akademisyenler, soykırımı lanetleyen naralarıyla yeri göğü inletirken, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diyen bir dini öğreten İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet Camiası kıllarını bile kıpırdatabilmiş değiller! Mesela, bir boykot çağrısı yapmaktan bile acizdirler… Hakeza kendilerini “İslami” olarak tanımlayan STK, Tarikat, Cemaat ve vakıfların da kahir ekseriyeti, Gazze gibi öncelikli bir hassasiyetlerinin olmadığını icraatlarıyla gösterdiler ve gösteriyorlar.
Sonuç olarak, şimdilik itibariyle hepimiz Gazze Sınavını kaybetmiş haldeyiz. Ama hala yaşadığımıza göre, bu sınavı telafi etme imkânımız vardır. Bunun için evvela imanımızı sorgulamalı; özellikle Allah'a ve Hesap Gününe imanımızdan emin olduktan sonra sınavın en basit sorusundan başlamalıyız. Ki bu ilk sorunun cevabı, imanımızın bizden istediği, “birbirimize iyiyi emretme birbirimizi kötülüklere karşı uyarma” görevini hayatımızın merkezine almak ise, ikinci sorunun cevabı da, Boykot, boykot ve yine boykot! Gerisini de biliyorsunuz…