Dünyanın birçok bölgesinde hak ve adalet mücadelesi veren halklar, tarih boyunca zalim güçlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bu mücadelelerde asıl belirleyici olan, sadece haklı olmak değil, aynı zamanda güçlü olabilmektir.

Güç, adaletin kalkanı ve özgürlüğün teminatıdır. Güçsüz kalan halklar, ne kadar haklı olsalar da zalimlerin zulmü karşısında ezilmeye mahkûm olurlar.

Hindistan-Pakistan gerilimi, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Emperyalist güçlerin arka bahçesi haline gelmiş Hindistan, bölgede baskıcı politikalarını sürdürmeye çalışırken, Pakistan’ın güçlü savunma refleksiyle karşılaştı. Nükleer güce sahip tek Müslüman ülke olan Pakistan, yüksek teknolojili silahları ve modernleşmiş savunma sistemleriyle Hindistan’ı şaşkına çevirdi.

Türkiye gibi savunma sanayisinde büyük adımlar atmış bir müttefiki arkasına alması, savaşın seyrini kısa sürede değiştirdi. Bu durum, bölgedeki dengelerin nasıl hızla değişebileceğinin açık bir göstergesi oldu. Güç, sadece fiziksel caydırıcılıkla sınırlı kalmaz, aynı zamanda stratejik derinlik, teknolojik üstünlük ve diplomatik akıl gerektirir.

Bu çatışma, dünyaya önemli bir gerçeği hatırlattı: Zalimler ancak güçten anlar. Hindistan’ın gözü kesseydi, siyonist müttefikleri gibi acımasızca saldırmaktan geri durmazdı. Ancak Pakistan’ın modernize edilmiş ordusu, güçlü stratejik silahları ve kararlı duruşu karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Bu sadece bir askeri başarı değil, aynı zamanda tüm mazlum halklara ilham veren bir direniş örneğidir.

Güç, sadece savunma anlamında değil, aynı zamanda stratejik akıl ve teknoloji üstünlüğü anlamında da kritik bir faktördür. Pakistan’ın yeni nesil füze sistemleri, elektronik harp yetenekleri, siber güvenlik yatırımları ve yerli insansız hava araçları, Hindistan’ın saldırgan politikalarını frenleyen önemli unsurlar arasında yer aldı. Bu teknolojik altyapı, sadece askeri değil, aynı zamanda psikolojik bir üstünlük de sağladı.

Bu örnek, Müslüman dünyasına da önemli dersler sunuyor. Güçlü bir savunma, yalnızca saldırılara karşı koymak için değil, aynı zamanda bağımsızlığını ve onurunu korumak için de şarttır. Dünyadaki tüm zalimlerin tek anladığı dil, gücün dilidir. Eğer gücünüz yoksa onların gözünde bir hiçsiniz. Müslüman ülkelerin de bu gerçeği unutmadan hareket etmeleri, savunma sanayilerini güçlendirmeleri ve stratejik ittifaklar kurmaları, özgürlük ve bağımsızlık mücadelelerinde kritik öneme sahiptir.

Birleşik ve kararlı bir Müslüman dünya, sadece askeri alanda değil, ekonomik, kültürel ve diplomatik alanlarda da gücünü ortaya koymalıdır. Bu güç, sadece askeri değil, aynı zamanda ekonomik bağımsızlık, bilimsel gelişmişlik ve kültürel birliktelik ile de pekiştirilmelidir. Ayrıca, medya ve bilgi savaşlarında da güçlü olmanın önemi büyüktür. Düşmanın propaganda silahlarına karşı kendi söylemini oluşturabilmek, psikolojik üstünlük sağlamak için kritik bir adımdır.

Zalimlerin oyunlarını bozmanın, onların planlarını altüst etmenin yolu güçlü olmaktan geçer. Pakistan’ın bu direnişi, zalimlerin sadece güçten anladığını bir kez daha ortaya koymuştur. Tüm dünya Müslümanlarına ilham olması ve bağımsızlık yolunda ışık tutması için bu elzemdir.

Unutulmamalıdır ki, özgürlük yalnızca hak etmekle değil, aynı zamanda onun bedelini ödeyebilecek güçte olmakla kazanılır. Her zulmün karşısında dimdik duracak bir irade ve güce sahip olmak, dünya üzerinde adaleti tesis etmenin en temel şartıdır. Unutmayalım ki, zalimlerin kalemleri kadar kılıçları da keskindir ve buna karşı koymak için; güçlü bir irade, siyasi, ekonomik ve kararlı bir duruş göstermek gerekiyor.

Selam ve dua ile...