Türkiye, tarihsel süreçte birçok farklı görüşün, inancın ve düşüncenin bir arada yaşadığı kadim bir coğrafya olmuştur. Ancak son yıllarda siyasi kamplaşmanın derinleşmesi, toplumsal birlik ve kardeşlik duygusunu zedeleyecek boyutlara ulaşmıştır. Particilik hastalığı; bireylerin, mensubu oldukları siyasi grubun hatalarını görmezden gelmelerine, hatta yanlışları savunmalarına yol açarken, karşı cenahtan gelen doğru ve yapıcı adımları da peşinen reddetmelerine sebep olmaktadır. Bu durum, insani değerlerle ve ahlaki ilkelerle asla bağdaşmaz.
İslam, insanı hakikatle buluşturmayı amaçlayan bir dindir. Kur'an-ı Kerim’de, "Ey iman edenler! Adaletli olun, Allah için şahitlik edenler olun. Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adil olun. Bu, takvaya daha yakındır." (Maide, 8) buyurulmaktadır. Bu ayet, Müslümanların, sevdikleri kimselere körü körüne bağlı kalmalarını veya hoşlanmadıkları kişilere karşı adaletsizlik yapmalarını açıkça yasaklamaktadır. Oysa günümüzde, birçok insan, sadece kendi siyasi görüşüne bağlılık adına gerçeği çarpıtmakta, kardeşlik hukukunu zedelemekte ve toplumu daha da ayrıştırmaktadır.
İnsani açıdan bakıldığında da particilik hastalığı bireylerin sağlıklı düşünme yetisini köreltmekte, akıl ve vicdan terazisini bozmakta, toplumda güven duygusunun sarsılmasına yol açmaktadır. İnsan, fıtratı gereği doğruyu ve güzeli aramaya meyillidir. Ancak grup taassubu, insanı bu fıtri çizgiden saptırır. Oysa sağlıklı bir toplum, farklı görüşlerin, fikirlerin ve eleştirilerin adalet ölçüsünde değerlendirildiği bir zeminde inşa edilir.
Siyasi görüşler elbette farklı olabilir. Ancak bu farklılıklar birer düşmanlık vesilesi değil, bir zenginlik kaynağı olarak görülmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v) bile, Müslümanlar arasındaki ihtilafları adaletle çözmüş, farklı kabilelerin haklarını korumuş, kimseyi ötekileştirmemiştir. PeygamberEfendimiz’in: "Mümin, müminin kardeşidir" (Buhari) hadisi, Müslümanların birbiriyle bağlarını koparmamalarını emretmektedir.
Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, partilere körü körüne bağlılık değil, değerlere sadakat ve hakkın yanında sebat etmektir. Her kimden gelirse gelsin, doğruyu takdir etmek; her kimden sadır olursa olsun yanlışa karşı çıkmak, hem insani bir sorumluluk hem de İslami bir vecibedir. Aksi takdirde, toplumu kemiren ayrılık hastalığı büyüyecek, kardeşlik bağı zayıflayacaktır.
Siyaseti bir amaç değil, toplumun huzuru için bir araç olarak görmek gerekir. İslam’ın adalet ve kardeşlik ilkelerini rehber edinerek, farklı görüşteki insanları ötekileştirmeden, hataları cesaretle eleştirip doğruları takdir ederek hareket etmek, hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa vesile olacaktır.
Sonuç olarak, hangi siyasi görüşe sahip olursak olalım, önceliğimiz insanlık onurunu korumak, adalet terazisini şaşırmamak ve kardeşlik bağlarımızı güçlendirmek olmalıdır. Farklılıkları bir çatışma sebebi değil, bir rahmet vesilesi olarak görmeli; ne sevdiğimize körü körüne bağlı, ne de eleştirdiğimize haksızca düşman olmalıyız. Bilmeliyiz ki, kalıcı olan ne partiler ne de makamlar, kalıcı olan hak ve adalet yolunda gösterdiğimiz duruştur. O halde gelin, siyasi renklerimiz farklı olsa da kalplerimizde merhameti, dilimizde hakkı ve adaletin sarsılmaz sancağını taşıyalım. Çünkü gerçek zafer, hakka ve kardeşliğe sımsıkı sarılanlarındır.
Selam ve Dua İle Kalın.