Ufuk, kimisi için başını kaldırıp baktığında, gözlerinin
görebildiği en son noktadır. Yani kimisi için dünya, gözlerinin gördüğü alanla
sınırlıdır. Mesela onların dünyası karşılarında görünen ve güneşlerini kapatan
dağlara kadardır. Onlar dağın arkasını göremezler, tahayyül/hayal edemezler.
Ama Müslümanlar böyle değildirler veya böyle olmamalıdırlar.
Misal, İslam adına taş üstüne taş koyanlar, İslami mücadele adına ortaya bir
eser koyanlar hep geniş düşünmüşlerdir. Feraset ve basiret sahibiydiler. Yani
dünyaya, olaylara, olgulara Allah’ın nuru ile bakmışlardır, bakmayı
başarabilmişlerdir.
Müslüman geniş ufukludur. Ve ona bu ufuk genişliğini veren
de aziz İslam’dır. İslam, iman öyle bir nurdur ki insana dağın arkasını bile
gösterir. Yeter ki İslam’ın, Allah (c.c.)’ın nuru ile bakılabilsin. Öyle ki
Allah Resulü (sav), ‘Mü’minin ferasetinden korkulması gerektiğini; çünkü onun
Allah’ın nuru ile baktığını’ ifade etmiştir.
Tabi ufkunu genişletmek adına mezhebini genişletenlerden de
olmamak gerek. Böyle bir hataya düşmemek gerek.
Bu anlamda Mevlana’nın ‘pergel metaforu’, Müslümanın hayata
bakış açısını, hayatı okuyuş biçimini çok iyi ifade eder. Mevlana şöyle der:
"Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş
iki milleti dolaşırım".
Yani bir ayağımız köklerimizde, değerlerimizde, dini
inancımızda sabit iken; diğer ayağımızla –İslam’a ters düşmediği sürece- farklı
okumalara, yorumlara, düşüncelere açık olabilmeliyiz. Aksi halde davamızı,
İslami mücadelemizi yarınlara taşıyamayıp altında eziliriz.
Yani bir anlamda İslam şairi ve edebiyatımızda müstesna bir
yeri bulunan Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”
Bugün Müslümanların Kur’an’dan ilham alarak, bu çağa yeni
bir şeyler söylemeleri gerekir. Yani
Kur’an merkezli bir söylem; ama ufku ta arşa kadar geniş olan bir bakış açısı
ile söylenilmeli. Çünkü dünya ve zaman Müslümanlardan çok ciddi ve güçlü
söylemler, eylemler bekliyorlar.
Yine geniş bir ufuk bize yarınlar adına hayaller kurdurur.
Hayal dediysem de öyle ütopik, uçuk kaçık şeyler değil… Ufku geniş olan bir
Müslüman davası için, davasının yarınları için hayaller kurar. Yani geleceğe
dönük temennilerde bulunur ve bunları gerçekleştirmek için çalışır.
“Bugünün gerçekleri dünün hayalleri, bugünün hayalleri
yarının gerçekleridir.” der, aziz İslam şehidi Hasan El Benna. Bu anlamda
Müslümanların, hele de Müslüman gençlerin mutlaka ama mutlaka halleri olmalı.
Davalarına dair, ümmetin geleceğine dair…
Çünkü bugün İslami anlamda, İslam davası özelinde
yaşadığımız çoğu güzellik, dün bunların gerçekleşebilmesi için mücadele eden
kahramanların hayalleriydi. Hatta bu kahramanların, zindan bahadırlarının, aziz
şehitlerinin İslam davası adına kurdukları hayaller, öylesine bereketliydi ki
bugün onlar bile yaşanan güzellikler karşısında şükür etmekteler.
Hem unutulmamalıdır ki kurulan her hayal, aslında Allah’a
yapılan bir duadır. Dile getirilmemiş, kalpte ve zihin dünyasında kalmış,
kimseyle paylaşılmamış bir duadır hayal kurmak. Tabi sadece hayal kurarak hayal
dünyasında, sanal bir dünyada yaşamak değil demek istediğim. Gerçekleşmesi için
çaba sarf edilen hayallerdir kast ettiğim.
Başlıkta da ifade ettiğim gibi, “Dünyamız ufkumuz kadar
büyük, biz ise hayallerimiz kadar…”
0 yorum