Gerek içtimai gerekse de ferdi olarak birçok şeyden
rahatsızız, memnun değiliz. Aslında bu rahatsızlık ve memnuniyetsizlik, çok
rahat olmamızdan, rehavete kapılmış olmamızdan ileri geliyor.
Rahat davranmamızın bir diğer sebebi de içinde bulunduğumuz
durumu kanıksamış olmamızdır. Zamana ve zamanla değişen dünyaya karşı
teslimiyet bayrağını çekmiş olmamızdır. Yani sanki mecrasından taşan suyu
mecrasına akıtmak için gerekli enerjiyi kollarımızda, dizlerimizde hissedemiyoruz.
Hem fert hem de toplum olarak şu oturduğumuz yerden,
koltuktan kalkıp bir pozisyonumuzu düzeltmeliyiz. Kendimize bir çeki düzen
vererek, toparlanmalıyız. Gevşek oturduğumuz yerden doğrulup bir ciddileşmeli
ve bütün kaslarımızı germeliyiz.
Çünkü zaman rahat oturma zamanı değil. Aslında zamanın
kendisi de biz oturup, yatalım diye yaratılmış değil. Her ferdin zamanı, kendisine
verilen mühlettir aslında. İçtimai anlamda da bu böyledir. Menzile giden
trenin, yolculuk mühletidir, zaman.
Yani zaman az, yapacak iş çok. Çünkü etrafımızda hiçbir şey
olması gerektiği gibi değil. Hiçbir şey olağan değil, tam bir olağan üstü hal hâkim.
Yani henüz işimiz bitmedi. Allah’ın bizden istedikleri henüz
tam manasıyla tesis edilmiş değil, gerek ferdi hayatımızda gerekse de içtimai
hayata İslam’ın ahlakı ve yaşayışı hâkim değil. Taşlar henüz yerine oturmamış.
Eksik olan çok şey var.
Hal böyle olunca, bilinçli bir Müslüman her şey yerli
yerindeymiş, hayatın her alanına İslam hâkim olmuş gibi davranamaz, rehavete
kapılamaz. Henüz yapacak çok iş var. Bu yüzden oturduğumuz yerden doğrulmalı ve
rahatımızı bozmalıyız.
Toplumun cinnet geçirdiği, nesillerin İslam’dan bihaber
yetiştiği, haramların aleni işlendiği, iyilerin ve iyiliklerin çekingen ve
hatta utangaç yaşadığı şu zaman diliminde rahatını bozacak birilerine ihtiyaç
vardır.
Bu anlamda, özellikle de dava sahibi olduğunu söyleyen biz
gençlerin, üzerimizdeki yorgunluğu ve
yılgınlığı bir kenara iterek çalışmaya koyulmamız lazım. Üstat Hasan El
Benna’nın da dediği gibi; “Yarınlar,
yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin olacaktır.”
Eğer toplumumuzun, gençliğimizin ve en önemlisi de davamızın
yarınları adına bir derdimiz varsa rahat oturmamız mümkün değildir. Yarının
dilini ve dinamiklerini inşa etmek istiyorsak bugünden ter dökmeye
başlamalıyız.
Bu uğurda, rahatımızı bozmaktan alıkoyan ne varsa hepsinden
sıyrılabilmeliyiz. Bu işimiz/ticaretimiz olsun, memuriyetimiz olsun, ailemiz
olsun, dünyalık korkularımız olsun; fark etmez. Bunların hiçbiri bizi rehavete
itmemelidir.
Bilindiği üzere Allah dinini galip kılıp, Mekke’nin fethi
Müslümanlara nasip olunca, ensardan bir kısım, “Artık İslâm galip geldi, Müslümanlar çoğaldı. Biz O'nu, çoluk-çocuk ve
mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, evlerimize, çocuklarımıza
dönelim, onlarla yaşayalım.”, deyince; Allah (c.c.) “…kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın…” diye buyurarak ensar
üzerinden bu güne bir uyarı yapıyor.
O halde, hiç kimse Müslümanların çokluğuna güvenerek,
rehavete kapılmamalıdır. Herkes Allah ve davası için ne kadar rahatını
bozmuşsa, yarın mahşer günü o nispette rahat olacaktır.
Rabbim, rahatını bozanlardan eylesin bizleri.
0 yorum