İnsanlar hayatlarını idame etmek için çeşitli meslek
gruplarında çalışırlar. Uzun süre aynı meslekte çalışmak, insan bünyesi
üzerinde olumlu veya olumsuz davranış biçimlerinin oluşumuna sebebiyet verir.
Bu durumun meslek erbaplarının hayatlarında, çeşitli problemlere yol açtığı
bilinmektedir.
Örneğin; entelektüel dünyanın insanı, bir süre sonra toplumu küçümsemeye
başlar. Kendini toplum üstü bir yere oturtur ve bilginin imparatoru gibi
davranmaya başlar. Artık manav, kasap veya bakkal onun için alt tabakadandır.
Bu nedenle entelektüeller bir süre sonra yalnızlaşırlar. Tabi toplum tarafından
anlaşılmadıkları hususundaki şikâyetleri beraberinde gelir.
Üniversitelerin köşelerinde dirsek çürüten akademisyenler de hakeza topluma
yabancılaşır. Derslerde atomun parçacıklarını konuşan öğretim görevlileri,
pratikte iki tane yumurtayı kıramaz hale gelirler. Ya da felsefenin
derinliklerinde yüzen hocalar, iki adet hindi güdemeyecek kadar kabiliyet yoksunu
olurlar.
Tarihçilerin durumu daha vahimdir. Geçmişe takılıp kalma veya geçmişte yaşama
gibi bir hastalığa yakalanma riskleri vardır. Eski çağcılar, taş devri
insanlarının semptomlarını göstermeye başlarlar. Orta çağcılar şah, sultan, padişah
veya imparatorların tebaası gibi davranırlar. Siyer anlatıcıları, günümüz
gerçekliğinden uzak, ideal bir sahabe topluluğu içinde yaşar gibidirler.
Kısacası genelde geçmişe mıhlanıp kalırlar ve günümüz ile pek ilgileri yoktur.
Ana sınıfı veya sınıf öğretmenlerinin hayatı “Kutu kutu pense” veya “Yağ
satarım, bal satarım” ile geçtiği için, belirli bir süre sonra çocukluk
psikolojisini kabullenir ve yaşıtları ile anlaşamaz duruma gelirler. Hatta
Batılı ülkelerde, bu meslek erbaplarının şahitlikleri kabul edilmez şeklinde
kirli bir bilgi veya şehir efsanesi dahi mevcuttur. İslam’daki kadınların
şahitlik hükmü belki de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ömrü boyunca evde
çocuk büyüten ve hep onlarla yaşamak durumunda kalan kadınlarda, bir süre sonra
hayal dünyasından gerçek dünyaya geçiş problemi ve dünyayı çocuksu bir
pencereden izleme gibi sorunlar ile pratik yaşamdan uzaklaşmanın getireceği
dezavantajlar nedeniyle, şahitlikleri iki kadın şeklinde düzenlenmiş olabilir.
Tabi esas gelmek istediğim nokta vaizlerin
durumudur. Bugün camilerde yapılan konuşmalar toplumu ne kadar ilgilendiriyor?
Kanaatimce Diyanet İşleri Başkanlığı yeni nesil vaizler yetiştirmelidir. Yoksa
değişen cemaat profiline hitap etmeyen klasik vaazların, toplumda hiçbir karşılığı
görülmüyor.
Yakın zamanda katıldığım bir taziyede, yapılan
vaazları dinledim. Halktan kopuk, ihtiyaçlara cevap vermeyen konuşmalar,
maalesef kerhen dinleniyor. Bizim kuşaktakilere hitap edip etkili olan bu
konuşmalar, maalesef telefon nesli için yetersiz kalıyor.
Sosyal medyanın yetiştirdiği yeni nesil dinleyici kesimin ilgi ve alakasını
uyandırmayan İslami tebliğ yöntemleri acilen güncellenmelidir.
Eskiden “Şeriat” dendi mi akan suların durduğu Kürt
illerinde, maalesef İslam lafzına dahi tahammül edemeyen bir kesim peyda olmuş
durumdadır. “Allah şöyle buyurmuştur” şeklindeki bir giriş ile başlayan
davetçilere nefretle bakanları, mümkün olsa konuşmacılara sırtlarını dönecek
kadar buğzlananları müşahede ettim.
Kanaatimce ayet ve sünnet ışığında yeni söylemler
geliştirmenin yolları araştırılmalıdır. Örneğin; Medrese orijinli Kürtçe manzum
eserlerden istifade edilebilir. Kürt Divan Edebiyatından, örneğin Molla
Cezeri’nin manzum olarak dile getirdiği bazı hakikatleri, ayet ve hadis
çerçevesinde halka aktarmak, bir çözüm olarak düşünülebilir.
Söylediklerimin yanlış anlaşılmasını istemem ama ben
muhatabın hassas olduğu hususların göz önünde bulundurulması açısından Molla
Cezeri örneğini verdim. Batı illerinde de Yunus Emre devreye sokulabilir.
Netice itibariyle şunu bilmek gerekir ki, klasik
vaazlar yeni nesil muhataplara yetmiyor. Söylenecek çok şey var ama 2023’e
girdiğimiz şu günlerde, Mevlana’nın aşağıdaki sözleri her şeyi özetliyor
aslında:
Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…