Daha önce bu köşede, en büyük muhalefetin çarşı pazardaki pahalılık olduğunu yazmıştım. Buna ek olarak, Türkiye’deki enflasyonun sebeplerinden birinin belediyeler olduğunu da söyleyebilirim.

Aslında iktidar, 12/11/2012 tarih ve 6360 sayılı Kanun ile bu konuya bir neşter atarak, büyükşehir (Adana, Ankara, Bursa, Diyarbakır, İstanbul, İzmir vb.) statüsündeki şehirlerde kapsamlı bir yapı değişikliği gerçekleştirdi.

Reform diyebileceğimiz bu idari yapılanmaya göre; büyükşehirlere bağlı köy ve beldelerin tüzel kişilikleri kaldırılarak, mahalle olarak bulundukları ilçenin belediyelerine dâhil edildiler.

Bahsettiğimiz düzenleme ile 1592 belediye ve 16.082 köyün kapısına kilit vurulup mahalleye dönüştürüldü. Böylece daha önce tüzel kişilikleri bulunan bu yerleşim yerlerinde, köy ve belde belediyelerinin kendilerine ait bütçeleri de kaldırılarak, bütün varlıkları ilçe belediyelerine aktarıldı.

Öyle ki, binalar, makam araçları, çeşitli gayrimenkullerden oluşan ve hayli yekûn tutan maddi kaynak ortaya çıktı. Ayrıca tüzel kişiliklerinden dolayı var olan bütçelerinin, kırsal kesimde kontrol edilmesinin zorluğu nedeniyle buharlaşan kaynaklar, ilçelerde kontrol altına alınmaya çalışıldı.

Bu hususta başarı sağlandı mı? Kanaatimce kısmen. Çünkü Türkiye’de ilçe olmayı hak etmeyen nice küçük yerleşim yeri var ve hala köylülük refleksi ile idare edilmektedirler. Kanaatimce bu tür ilçelerin belediyecilik hizmetleri, büyükşehir belediyelerine devredilmeli, böylece daha şeffaf bir hizmet yürütülmelidir.

Esasa gelecek olursak; Ekrem İmamoğlu nezdinde kişiselleşen, CHP’li bazı belediyelere yapılan operasyonlara değinmek istiyorum. CHP’liler, operasyonların Cumhurbaşkanı’nın siyasi endişelerinden kaynaklandığını, Hükümet ise bu belediyelerde teşkilatlı olarak yolsuzluk yapıldığını iddia etmektedirler.

Takdir edersiniz ki, her iki iddianın toplumsal karşılıkları vardır. Şu ana kadar verilen ifadeler, itirafçıların söyledikleri ile birleştirildiğinde, yolsuzluk yapıldığını genel kanaat haline getirmiştir. Beri tarafta Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi güçlü rakiplerin yıpratılması ve iktidarın elden gitmemesi hususu da karşımızda kuvvetli bir argüman olarak durmaktadır.

Bu arada muhalif politikacıların söyledikleri ve aslında itiraf anlamına gelen şu soruyu sormadan edemeyeceğim: “Bu yolsuzluklar sadece CHP’li belediyelerde mi oluyor?” Yani zımnen şu husus dile getiriliyor: “Evet CHP’li belediyeler rüşvet alıyor, yolsuzluk yapıyor, müteahhit kayırıyor ama aynısını iktidar yanlısı belediyeler de yapıyor.”

İktidar yanlısı olmak, soruşturma geçirmemek anlamına gelmemelidir. Yolsuzluk yapanlara, A veya B partisi olsun, ayırım yapmadan işlem yapmak adaletin gereğidir. Bu durumun vicdanlarda sorgulandığını herkesin hesaba katması gerekiyor.

Esasın esası olan konumuza dönelim. Enflasyon ve hayat pahalılığı halkın canını yakmaktadır. Yukarıda hükümetin 2012 yılında, 6360 sayılı Kanun ile özellikle kırsal belde belediyelerinde yeni bir idari tedbir geliştirdiğinden ve kaybolan bir kısım kaynağın kontrol altına alındığından bahsettik.

Peki ya il, ilçe ve büyükşehir belediyelerinde, yüklenici firmaların bir şekilde buharlaştırdıkları bütçelere ne olacak? Onun için hükümetin bütün belediyelere bir tarağın dişleri gibi müsavi olarak yaklaşması ve mikroda gerçekleştirdiği reformlara benzer bir uygulamayı makroda da hayata geçirmesi gerekir.

Bu söylediğim büyükşehir belediyelerinin kapısına kilit vurmak anlamında yorumlanmasın. Ama pratik şunu göstermiştir ki; bu belediyelerde de reform elzemdir.