Kuruluş aşamasından bu yana PKK, Kemalizm’in Kürt versiyonu olarak tanımlanabilecek bir düşünce yapısına sahiptir. Buna göre; uluslaşmanın önündeki en büyük engel din, yani İslam’dır.

Nitekim bidayette, CHP’nin kurucu parti olarak bu ülkenin mollalarını, şeyhlerini, müderrislerini, kısacası öncü alimlerini darağaçlarında nasıl sallandırdığını gördük, duyduk, okuduk.

Özetle; ulus devlet kurmak için esas olan referansların, batılı dünyanın laisizmi ile sekülerizminden alınması gerekiyordu. Halk nazarında bahsettiğimiz düşüncenin kabulünün olmasa olmaz kuralı şiddet idi.

Bu yüzden Şeyh Said ve dava arkadaşlarının, Diyarbakır Dağkapı Meydanında şehit edilmeleri dahi laiklerin kinlerini soğutmamış, toplu kıyımlar gerçekleştirmişlerdi.

Cumhuriyeti kuranların; Şapka Kanununa muhalefet eden Rize’yi bombalamak, İslam’ın şiarı olarak kabul gören ezanı Türkçeleştirmek, Arapça harflerin kaldırılmasından dolayı Kur’an’ı yasaklı kitaplar arasında kabul etmek, camileri at bakım yerine çevirmek gibi uygulamalarına şahitlik ettik, duyduk, okuduk.

PKK da referanslarını ilk etapta sosyalizmden aldığından, aynı yöntemlere başvurdu. Geneli Müslüman/Şafii/Nakşi olan Kürtlere, “Devrimci zor” diyerek şiddet uyguladı ve hasılatı dinden arındırılmış seküler Kürtler olarak toplamak istedi.

Çünkü Abdullah Öcalan’a göre; İslam dini Kürtlerin uluslaşmasını engelleyen iki temel unsurdan biri idi. Nitekim Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto) adlı kitabında bu konudaki görüşlerini şu şekilde dile getirmektedir:

“İslamlık, Kürt’ün beyninde ve yüreğinde milli inkârı hazırlayan ve kaleyi içten fethetme rolü oynayan bir ‘Truva Atı’ gibidir. Düşünce ve duygu alanında günümüze kadar etkisini duyuran İslamlık, Kürdistan’ı her işgal edenin elinde aynı rolü oynamıştır. Mezhepleri ve tarikatlarıyla yerli ve yabancı feodallerin elinde sömürüyü gözleme, ümmetçiliği geliştirme, milli değerleri unutturma aracı haline gelen İslamlık, Ortaçağ’dan günümüze kadar Kürtlerde milli direnme ruhunu öldüren en büyük ideolojik araçtır. Feodal dönemde Kürtlerin tarihine İslamlık gibi sokulan bir ‘Truva Atı’ da hainleşen aşiret reisleri ve feodallerdir. Arap egemenliğinin temsilcileri olarak Arap ve Kürtlerden oluşturulan ve kendilerine “şeyh”, “seyit”, “mir”, “emir” gibi lakaplar takılan bu feodaller güruhu, Kürdistan tarihinde en hain kuşaklardan birini oluşturur.” (Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto) Weşanên Serxwebûn:24, Köln 1993, s.25

Böylece daha ilk günden Öcalan, şeyh veya seyit gibi İslami şahsiyetleri hain ilan etmiş, bunun yanına feodal diye tanımladığı mir ve emirleri de katmıştır.

Bu düşüncelerin tezahürünü Kürt illerinde 1978’den 2025’e kadar hep gördük, duyduk, okuduk. Nice şeyh, molla, müderris veya imam unvanlı alimlerimiz, PKK’nın kurşunlarına hedef oldu.

PKK’nın bütün pratikleri; Kürtlerin dindar yapılarını kırmak, onları seküler yaşam tarzına evirmek ve bunun temini için şiddet uygulamak şeklinde gelişti.

Günün sonunda; Öcalan’ın İmralı’dan PKK’nın 12. Kongresine gönderdiği mektupta; “İşte en benim diyen aileler Barzaniler, Bedirxaniler, hatta Şeyh Sait’in geride kalan bazı torunları, Seyit Rıza’nın bazı torunları Judenratlaşmışlardır.” diyerek aslında bidayetteki İslam algısının nihayette de devam ettiğini göstermektedir.

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) bu cümleleri tevil etmeye çalışsa da PKK ve türevlerinin İslam algısı gayet açıktır ve şu şekilde özetlenebilir: “Kürtler, sırtlarındaki İslam yükünden kurtulmadıkça uluslaşamazlar, özgürleşemezler.”