Bazı aylar, ilginç bir şekilde önemli gün ve haftaları içinde barındırırlar.

Örneğin; 2025’in temmuz ayına başladık ve bu ayın 5’i Aşura’dır.

Muharrem ayının 10’una denk gelen Aşura, bizden önceki ümmetler için sevinç günlerinin yıldönümünü teşkil etmektedir. Hz. Nuh’un (as) gemisinin Cudi’ye oturması ve tufanın sona ermesi, Hz. Musa’nın (as) önderliğinde İsrailoğullarının Kızıldeniz’i geçmeleri gibi…

Oysa, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) torunu ve Ehl-i Beyt’inin Kerbela’da kılıçlardan geçirilmesi; erkeklerinin mübarek başlarının gövdelerinden koparılarak tepsiler üstünde valilere, sultanlara arz edilmelerinin tarihi de Aşura’ya denk gelmektedir.

Hz. Hüseyin isteseydi Kerbela’ya gitmeyebilirdi. Başta kardeşi Muhammed bin Hanefiyye olmak üzere birçok kişi ona, “Kûfe’ye gitme,” dedi.

Buna rağmen Hz. Hüseyin kararından dönmedi.

Neden?

Çünkü Dedesi (sav) vasıtasıyla indirilen son dine "saltanat virüsü" bulaştırılıyordu. Bu, bir kırılma noktasıydı. Eğer bu duruma sessiz kalsaydı, Dedesi (sav) ve bütün âlemlerin Rabbine karşı mesul olacaktı.

Yani Hz. Hüseyin, olaylar karşısında kendini sorumlu hissediyordu. Onun için Kerbela’da kıyımdan geçirilmeyi göze alarak Kûfe’ye gitmeliydi. Nitekim öyle yaptı.

Yazımızın ortasına geldik ve hâlâ Temmuz’dan çıkamadık. Oysa esas konumuz Haziran’dı.

Bilindiği üzere, Şeyh Said ve 46 arkadaşı Amed’in Dağkapı Meydanı’nda 29 Haziran 1925’te şehit edildiler.

Neden?

Çünkü Hz. Hüseyin’in Dedesi (sav) vasıtasıyla indirilen din rafa kaldırılıyordu. En önemlisi, hilafet lağvediliyordu. O da torun Hüseyin gibi gidişattan mesuldü. Kendisini kıyam dolayısıyla uyaran eşine, “Eğer ben ve bastonum yalnız kalsak da yine de mücadeleme devam edeceğim. Ne ben Hz. Hüseyin’den daha değerliyim, ne de ailem onun ailesinden daha kıymetlidir,” diyerek bu mesuliyete dikkat çekiyordu.

Sonuç; 47 idam ve sonrasında kıyıma uğratılan Kürt beldeleri olsa dahi, kıyam olmalıydı. Zaten sonrası herkesçe malumdur.

Aradan yıllar geçti. Kürtler de sekülerizmin etkisine girdiler. 1984’te eylemlerine başlayan PKK’nın lideri, sonradan ilginç bir kavramla Şeyh Said’i “Judenrat / Faşistlerle iş birliği yapan” diye tanımlayacaktı.

PKK’nın hedefi hâline gelen Şeyh Said’in, dolayısıyla Hz. Hüseyin’in yarenleri, 1992 yılının 26 Haziran’ında, İdil’in Tepeköy’ünde, Cuma günü harmana gitmişlerdi. Ama Cuma namazı için köye dönüp camiye gitmek icap ederdi. Onun için hazırlıklar yapıp bir traktör ile tarlalardan Cuma’ya gitmek üzere yola revan oldular.

Ancak PKK, yola döşediği güçlü bir mayınla, Cuma namazına gitmeye kasteden bu yarenlerden 4 kişiyi paramparça ederek şehit etti.

Fakat gün daha bitmemişti. Bu kez Silvan’ın Yolaç, yani Susa Köyü hedefteydi. 26 Haziran 1992, yani Tepeköylülerin cami için yola revan olup katledildikleri günün akşamında, Susalılar yatsı namazı için camiye gitmişlerdi.

PKK’lılar camiyi basarak 10 kişiyi şehit edip bazılarını da yaraladılar.

Kısacası Hz. Hüseyin, Şeyh Said ve onların Tepeköy ile Susa’daki takipçileri, kendilerini Hz. Hüseyin’in Dedesi (sav) ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı mesul hissettiklerinden bu saldırılara uğruyorlardı.

Gerçekten de Haziran, Haziranmış.