Şeyh Said kıyamından sonraki süreçte rejim olmadık zulümler, katliama varan cinayetler işledi. Şeyh Said modeli bir kıyamın tekrarlanmaması için en küçük kıvılcımı yangın zannetti ve orantısız bir güç ile Kürtleri kıyımdan geçirdi.
İslami kesim ödediği bu bedelden sonra bir süre Kürt sorunu ile ilgilenemedi. Çünkü bu anlamda yapılan en ufak girişimi rejim büyük bir hışımla bastırıyordu. Bu arada İslam’sız bir sürecin başlatılması için seküler Kürtlerin desteklenmesi gerekmekteydi.
Neticede laik, seküler kesimin verdiği destek ile Batı illerine okumaya giden Kürt gençleri, solculuk şemsiyesi altında Kürtlerin sorunları ile ilgilenmiş ve 12 Eylül darbecilerinin uygulamaları nedeniyle de Kürt gençleri bu tarafa yönelmişlerdir.
Tabi Türk solunun destek verdiği Kürt solu zamanla kendi ayakları üzerinde kalmaya başlamış ve bölgede çok renkli bir örgütlenme zamanı yaşanmıştır. 1970-1980 yılları arasında dernek, parti veya dergi çevrelerinde kümelenen Kürt gençleri, dünyadaki sol rüzgarlardan etkilenmiş ve bu durum Şeyh Said’in anlayışını tamamen söndürmeye çalışanların hoşuna gitmiştir.
PKK kuruluş sürecinde bütün bu örgütlerin içerisine pimi çekilmiş bir bomba gibi girdi. Apocular denilen grup, kendinden başka hiçbir yapıyı kabul etmiyor, bu yapılara siyasi yasak uyguluyor, uymayanları öldürüyordu.
Bu anlayış binlerce Kürt gencinin hayatına mal oldu. PKK ile diğer gruplar arasında yaşanan çatışmalar daha doğrusu PKK’nın saldırıları sonucu öldürülen Kürt gençleri onarılmaz yaralara sebebiyet verdi.
Sol rüzgarlara kapılıp kitap okuyan, dernekçilik yapan, yayınevleri etraflarında kümelenen, kültürel işlere yoğunluk veren Kürt gençlerine silahla saldıran PKK, 12 Eylül darbecilerinin de yardımları ile hâkim örgüt olmayı başardı.
Zaten en başından beri istediği şey buydu. Yani yalnız kalmak. Kürt mahallesinin hakimiyetini ele geçirmek. Kendinden başka diğer bütün örgütlere hayat hakkı tanımamak. PKK’nın girdiği her şehir, ilçe veya köyde uyguladığı yegâne yöntem bu oldu.
12 Eylül’den önce bölgemizde Devrimci Demokrat Kültür Dernekleri (DDKD), Rizgarî, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları (KUK), Kawa (Dengê Kawa-Kawa Ret) gibi onlarca Kürdi örgüt vardı. PKK kurulur kurulmaz bu örgütlere saldırdı. 12 Eylül darbecileri de adı geçen bu yapılara son darbeyi vurdu. Böylece PKK yalnız kaldı.
Kürt sol çevrelerinin lider veya elemanları cezaevlerine girdiler. Bir kısmı Avrupa’ya gitmek durumunda kaldı. Halen Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde yaşıyorlar. Bazıları anılarını yayımladı. Aslında süreç içinde neler yaşadıkları ile ilgili olarak onlara kulak kabartmak gerekiyor.
Hatta PKK bu yöntemi Irak, Suriye ve İran Kürtleri arasında da uyguladı. Saydığımız bu ülkelerin Kürtleri arasında uyguladığı yegâne yöntem, kendinin dışındaki Kürt örgütlerini tasfiye etmek oldu. Yani PKK’nın en iyi yaptığı şey Kürtleri katletmek ve bu hususta Kürt düşmanı rejimlerin desteğini almaktı.
Şimdi diyorlar ki PKK son süreçte neden HÜDA PAR ile görüşmüyor? Bu soruyu soranlar, herhalde PKK’nın tarihini, özgeçmişini bilmiyorlar. Eğer PKK yaşanan süreç ile ilgili olarak HÜDA PAR ile görüşürse kendinden başka bir Kürdün varlığını kabul etmiş olacak. Bu da kendisi ile çelişmesi anlamına gelecek.