Peygamber Aleyhisselam bir sabah dostlarıyla birlikte Medine Mescidinde
oturuyordu. Mudar kabilesinden bir grup bedevi Müslüman onun huzuruna girdi. Bu
insanların giyinişleri içler acısıydı. Yünden yapılmış kaba kumaştan basit
abalar giyinmişlerdi. Yarı çıplak gibiydiler. Abaların altında doğru dürüst bir
şey yoktu. Besinsiz kaldıkları, iyi beslenemedikleri yüzlerindeki solukluktan
belliydi.
Sevgi peygamberi onların bu halini görünce çok üzüldü. Yüzünün rengi
değişti. Hemen kalkıp kapısı mescidin içine bakan odasına girdi. O perişan
Müslümanların haline bakmaya daha fazla tahammül edememişti.
Peygamber Aleyhisselam bir müddet sonra yine mescide döndü. Bilal’e ezan
okumasını söyledi. Bilal’in ezanıyla toplanan Müslümanlara öğle namazını
kıldırdı. Sonra minbere çıktı. Duygulu bir sesle:
-Ey insanlar! diye buyurdu. Allah’tan sakının… Akrabalık bağlarını
koparmaktan sakının… Çünkü her zaman Allah’ın gözetimi altındasınız. Ey iman
edenler, Allah’tan korkun! Herkes yarın için önden ne gönderdiğine baksın.
Allah’tan korkun! Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Her kes altınından,
parasından, elbisesinden, buğdayından, hurmasından infak etsin. Allah yolunda
versin! Yarım hurma da olsa sadakadan vazgeçmesin…
Sevgi ve şefkat Peygamberinin duygulu hutbesi Medineli Müslümanları
harekete geçirdi. Mudar kabilesinden yoksul kardeşlerine yardım etmek için
birbirleriyle yarıştılar adeta. Kimin nesi varsa, getirip onların önüne döktü.
Elbise getiren, hurma getiren, buğday getiren, hatta altın getiren insanlar
mescidin ortasında iki yığın oluşturdular. Yiğit bir Ensari avuçları bir altın
çıkınıyla dolu olduğu halde çıkıp geldi.
Dostlarının, ashabının cömertliği karşısında Resûlullah’ın yüzü sevinçle,
etrafa ışık saçan bir güneş gibi parladı. Dostlarına hayır duada bulundu.
Onlara:
-Siz çok güzel bir çığır açtınız! dedi. Her kim İslam’da iyi bir çığır
açarsa ona, hem açtığı bu çığırın sevabı, hem de bu yolda gidenlerin sevabı
kadar sevap verilir…
Peygamber Aleyhisselamın yardımseverliği, cömertliği dillere destandı.
Ondan bir şey isteyeni asla boş çevirmezdi. Üzerindeki elbiseyi, ağzındaki
lokmayı çıkarır verirdi. Yanında bir şey yoksa borç alır, yine de ihtiyaç
sahibini memnun etmeye çalışırdı. Evinde hiçbir şey bırakmazdı. Yarın kaygısı
yoktu onda. Elindekini avucundakini hemen yoksullara dağıtırdı. Yamalı
elbiselerle dolaşır, çoğu geceler aç yatardı.
Bir gün yoksul bir Müslüman Peygamber Aleyhisselamdan yardım talep etti.
Ancak peygamber o esnada o yoksul Müslümandan farksızdı. Yanında hiçbir şey
yoktu. Yine de Resûlullah onu geri çevirmedi. Ona:
-Yanımda sana vereceğim bir şey yok, dedi. Git benim adıma bir yerlerden
borç al. Malım olunca borcu öderim.
Orda hazır bulunan Ömer:
-Ya Resûlullah! dedi. Allah, seni gücünün yetmediği şeyle mükellef
kılmamıştır. Varsa verirsin, yoksa vermezsin… Kendini neden bu kadar zora
sokuyorsun ki?
Ömer’in sözleri Resûlullah’ın hoşuna gitmedi. Hazreti Ömer, sevgili Peygamberinin
yokluk ve sıkıntı içinde yaşamasına üzülüyordu. Ama Peygamber Aleyhisselam
durumundan hiç de şikayetçi değildi. Yoksullara yardım etmek onun mukaddes
ruhunu sonsuz bir mutlulukla dolduruyordu.
Medineli bir Ensar, Peygamberin Ömer’in sözlerinden alındığını görünce:
-Ya Resulullah, ver! dedi. Arş’ın sahibi azaltır diye korkma!
Ensari Müslüman’ın sözleri Resûlullah’ı mutlu etti. Yüzü aydınlandı.
Tebessüm ederek şöyle konuştu:
- Ben vermekle, infak etmekle emr olunmuşum!
Yine bir gün Resul-i Ekrem, siyahi Müminlerin onur kaynağı, İslam’ın
şerefli müezzini Bilal’in odasına bir iş için girmişti. Bilal’in odasında bir
hurma yığını görünce:
-Bunlar ne ey Bilal? diye sordu.
Bilal, mahcup bir tavırla:
-Senin misafirlerin için hazırlıyorum ya Resûlullah! diye cevap verdi.
Peygamber Aleyhisselam kınayan bir tavırla konuştu.
-Cehennem ateşinde senin için duman olmasından korkmuyor musun? Bilal,
infak eyle! Arş’ın sahibi azaltır diye korkma…
Efendimiz Aleyhisselam bu gün tekrar dirilseydi de bizim halimize
baksaydı, ne derdi acaba? Her halde kahrından ruhunu oracıkta tekrar Rahman
olan Allah’a teslim ederdi. Biz zavallılar! Evlerimizi birer eşya deposuna
çevirdiğimiz halde yoksulluktan şikayet eden biz zavallı gafiller, gazapla
kükreyen korkunç cehennem bizi hiç mi korkutmuyor? Yoksa ölüm, hesap, cehennem,
azap hayali kavramlar mı? O gün gelmeyecek mi yoksa?