PKK inişli çıkışlı da olsa bugüne kadar hep şiddet uyguladı. Örgütün “Berwedan, serhıldan” gibi kavramlarının hemen hepsi şiddet ile ilintilidir. PKK’nın 1984’ten bu yana oluşturduğu pratik, hep şiddet oldu.
Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu, Weşanên Serxwebûn’da “Zor” diye adlandırdığı şiddeti adeta kutsamaktadır. “Bir ülkede gerici zor ne kadar yoğun ve örgütlüyse, devrimci zor da o kadar yoğun ve örgütlü olmak zorundadır. Tarihteki tüm Zor örgütlenmeleri, ancak başka Zor örgütlenmelerinin gücüyle yıkılmıştır. Tarihte ve günümüzde hiçbir zor örgütlenmesi, durup dururken kendi kendisini lağvetmemiştir. Tarih boyunca gerici zorla devrimci Zor birbirleriyle sürekli mücadele içinde olup, bu zorlar arasındaki mücadelenin ortadan kalkması, ancak gerici Zor’u ve bu Zor’lar arasındaki çatışmayı doğuran şartların ortadan kalkmasıyla mümkündür. (…) Kürdistan, tarih boyunca üzerinde sürekli gerici dış Zor’un uygulandığı bir ülkedir.”
“Madem ki dış Zor bu kadar yoğun bir şekilde örgütlenmiş ve halkımız üzerinde her gün, her saat, her dakika etkisini duyurmaktadır, o halde halkımızın çıkarına olan devrimci Zor da karşı-devrimci Zor’u her gün, her saat, her dakika, her saniye dövmelidir. Karşı-devrimin emrindeki tahripkâr, talancı ve haksız Zor’a karşılık, halkımızın emrinde yeni bir toplum yaratıcı, haklı ve devrimci zoru yaratalım!”
Süreç içerisinde çatışmaların bir kutsalı da kalmadı. Aile reisi suçlu olsa, PKK’ya göre tüm aile yok edilmeliydi. Köyden bir veya birkaç kişi suçlu olsa köyün hepsi cezalandırılmalıydı. Tabi bütün bunlar kendilerince veya Batılı sosyologlar tarafından belirtilen şu tespite göre yapılıyordu: “Kürtler baskı ile kontrole girerler. Kürtlere şiddet uyguladığın müddetçe onları idare edebilirsin.” Kısacası “Bir öldür bin korkut” ya da “Kır, bas, geç” sloganları ile ifade edilebilecek eylemler dizisi ile karşı karşıya kaldık.
12 Eylül öncesi birçok sol Kürt örgütü kurulmuştu. Bunlar kendilerince faaliyetlerde bulunuyorlardı. Bazıları kültürel olarak yaptıkları faaliyetler sonucu taban bulmuş durumdaydılar.
PKK, örgüt olarak şiddet kullanarak sonuca varılması gerektiği kanısındaydı. Kurulduktan hemen sonra, Kürt örgütlerini saf dışı bırakma yöntemine başvurdu ki; bu tavrı Kürt aydınları arasında PKK’nın ajan örgüt olduğu söylemlerine neden oldu. Çünkü PKK kurulur kurulmaz, kendisi dışındaki Kürt örgütlerine karşı şiddet uyguladı.
Bunun sonucu belirli bir taban kazandı. Sol Kürt çevreleri tasfiye edildi. Bu durum Devletin de istediği bir şeydi. Solcu örgütlerden arta kalan Kürtçüler ise PKK safında yer aldılar. Yani ölen öldü, kalan sağlar PKK’nın oldu.
PKK tarafından tasfiye edilen Kürdî örgüt mensuplarından kimisi öldürülmüş, kimisi de sürgün edilmişlerdi. Örneğin Avrupa kentlerinde, birçok Kürt aydını bulunmaktadır. Bunların bir kısmı devletin baskıcı zihniyetinden değil, bizatihi PKK’nın yaşam hakkı tanımayan uygulamalarından dolayı kaçmışlardı.
PKK, 1984 kafasıyla şiddetin tek çözüm olduğu düşüncesini uzun süre terk etmedi. Ama köprünün altından çok sular geçti. Kürt halkı ortalama 40 yıldır katlediliyor. Oluşturduğu şiddet sarmalı belki de artık PKK’nın başını yiyecek.
Sanki bu 40 yılık süreçte şiddet ile bir sonuca ulaşılmadığını PKK da gördü. Tam da bu sırada gelen silah bırakma teklifine olumlu bakıyor gibiler. Devlet Bahçeli’nin kendilerine sunduğu silah bırakma, yani şiddeti terk etme hususuna olumlu mesajlar verilse de bu PKK’nın pek alışık olmadığı bir durum. Demem o ki PKK’nın genetiği şiddetten oluşuyor. Bildiği yegâne yol budur. Sayesinde Kürt halkı üzerinde hakimiyet kurduğu bu yöntemi terk etmesi, beslendiği ana damarları kesmesi demektir.