İnsanlık
tarihi içerisinde dünden bugüne çok şey değişti. Değişen şeylerden biri de
toplumlardaki beden ve ruh algısı oldu desek yanılmayız herhalde. Batılı kafa
dün ruhu yüceltip bedeni ve bedensel arzuları aşağılarken, bastırılması
gerektiğini savunurken; Modernleşmeyle birlikte bedensel arzuları yücelten,
insan ruhunu inkar eden bir sürece evrildi.
Modernleşmeyle
birlikte Batıdan tüm dünyaya yayılan hedonist dalga tüm toplumları savurdu
geçti. Tek direnç noktası kaldı o da İslam. İslam'ın insanın ruhu ve bedeni
için ortaya koyduğu terazi.
Gelinen
süreçte 'İnsanın ihtiyaçları sınırsız fakat yeryüzündeki kaynaklar sınırlı'
varsayımıyla yola çıkan Batıyla birlikte onun arkasından sürüklenen insanoğlu
yeryüzünün kaynaklarını israf ve talan etmeye devam ediyor. Açgözlülük, daha
fazlasını elde etme adına sömürme, savaşlar çıkartma, çalma çırpma gibi
durumlar ruhun inkar edilip bedensel arzuların yüceltilmesiyle başlayan bir
serüvendir desem yanılır mıyım bilemem.
Onun
için modern öncesi dinin etkisinde olan dönemleri yoklamakta fayda var. Eski
Yunan, Roma medeniyetlerinde, Çin ve Hint Medeniyetlerinde insan ruhunun
bedeninden Yüce olduğu kabul edilmiş. Sokrates, Eflatun, Seneca gibi filozoflar
insanın bedeninin ruhun özgürleşmesi karşısında bir engel teşkil ettiğini iddia
etmiş ve bedensel arzuların kısıtlanmasını savunmuş. Hint ve Çin gibi Uzakdoğu
dinlerinde hakim olan mistik anlayışa göre açlık, fakirlik, vücudun
temizlenmemesi, saçların uzatılması, uykusuzluk, evlenmemek kutsanmış. Bedensel
arzuların bastırılması konusunda hem Batı hem de Uzakdoğu ifrata kaçılmış.
Ortaçağ
Hristiyanlığında beden o kadar yerilmiş ki bitler Allah'ın incileri olarak
kabul edilmiş.
Bu
ifrat anlayışların da etkisiyle, daha insani koşullarda yaşamayı isteyen Batılı
aydınlar hep birlikte dini devre dışı bırakma taraftarı olmuş.
yy.
da İtalya'da başlayan Rönesans'la birlikte insan ruhunu devre dışı bırakma ve
bedeni yüceltme yolunda ortaya atılan iddialar boy göstermeye başlamış.
Darwin,
o dönemlerde insanın kökeninin hayvan olduğunu iddia ederek insanı yüce
makamdan aşağılara fırlatmış. İnsanın yeryüzüne gönderilmiş Allah’ın halifesi
olduğu, yeryüzünün ve bedeninin ona emanet edildiği inancına bir baltayı da o
vurmuş. Hayvanlar aleminin yaşantısının izdüşümünü toplumsal hayata uyarmanın yöntemini
geliştirmiş. Aslında orman kanunlarının toplumsallaşması sürecini başlatmış.
Tabi Modern elbiselerle süsleyerek.
Böylece
Batıda yaşanan süreçlerin sonunda ruh-akıl- beden bütünlüğü inkar edilmiş.
İnsanın ahlaklı, yani merhametli, şefkatli, adaletli olması acziyetle
açıklanmış. Ahlak sadece fayda ve çıkara endekslenmiş.
Gelinen
süreçte Psikoloji, Tıp, Sosyoloji, Biyoloji gibi modern bilimler de son durak
olarak gördükleri materyalizmde karar kılmışlar. Bu bilimler materyalist
anlayışa şartlandığı için varlığın amacı, insan ruhunun ihtiyaçları ve
metafizik konularına kapalı kalmış. Ortada tek bir değer kalmış o da hazlar ve
çıkarlar.
Batı,
kutsadığı haz ve çıkar adına çalmaya çırpmaya, öldürmeye, katliama doymamış.
Batılı insanın sığınabileceği iki kapı kalmış o da tımarhane ya da cezaevi.
Modern bilimle aşılanan ve kendi dininden gafil olarak yetişen yeni neslin de
eğer önlem alınmaz ise gideceği adresler pek farklı görünmüyor.
Bu
gidişata dur diyecek olan, bedensel hazları terbiye tezgahına alan, ruhu, yani
ahlakı yüceltecek, insanlık ailesini barış içerisinde yaşatacak olan tek
dayanak noktası İslam'dır. Hazz ve çıkar medeniyetinin çocuklarının oluşturduğu
tahribatı iyileştirecek ilaç O'ndadır. İslam yeniden yürürlüğe girmedikçe
insanlığın iflah olmayacağı bir kesindir.
Ramazan
ayını bedenlerimizi terbiye etmeye, ruhumuzu yücelmeye tahsis eden, bu zaman
dilimini imsakla, sahurla, iftarla, teravihle, Kuranla programlayan Rabbimize
hamdolsun.