İşgalci israil ve Ürdün arasındaki diyalog, askeri açıdan büyük önem taşımaktadır. Terör rejimi için olası bir saldırı anında, tampon görevini üstlenecek olan doğudaki komşuları Ürdün’le ilişkilerinin karşılıklı güven içerisinde sürdürülmesi esastır. İşgalci israilin bu konudaki endişeleri tamamen İran odaklıdır. Bu ülkeyle girilecek olası bir savaş durumunda Ürdün Krallığı, işgalci için stratejik önem arz eden bir üs olarak görev yapacaktır. Bunun nedenlerinden biri de Ürdün’ün güneyi ile İran arasındaki mesafenin nispeten kısa olmasıdır.
İran’la yaşanacak olası bir gerginlik anında, işgalciden kalkacak bir bombardıman uçağı, yakıt ikmali yapmadan İran’a uçabilecek kapasiteye sahiptir. Öte yandan uçakları, Ürdün’ün güneyinden konuşlandırılacak uçuşlar sayesinde yakıt sorunu da yaşamayacaktır. Bunun haricinde, Suriye ile yaşanacak bir kriz anında da Ürdün’le var olan askeri işbirliği, katil terör rejimine büyük fayda sağlayacaktır. Özellikle Suriye’nin güneyinde, Irbid yakınlarındaki Ürdün toprakları, stratejik açıdan oldukça dikkat çekicidir. İşgalcinin bu bölgeyi üs olarak kullanması halinde Şam’a intikal etmesi daha süratli gerçekleşecektir.
İşgalci ve Ürdün arasındaki ilişkilerde ABD, her zaman başat rol oynamıştır. Suudi Arabistan, eski Türkiye, Mısır, Ürdün, BAE, ABD’nin Ortadoğu’daki güç politikasını yansıtmaktadır. Erdoğan öncesi hükümetlerin, ABD ve İşgalci ile ilişki kurmaya teşne, sahnelenen oyunda figüran olmaktan öte bir işlevleri yoktu. Malumunuzdur, 1948 yılında işgalciyi resmi olarak tanıyan ilk İslam ülkesi ne yazık ki Türkiye’dir. Aynı tarihlerde Türkiye kökenli Yahudilerin göç edebilmelerine imkân tanıyan kanunu çıkaran yine biziz. Hükümetin, halkın İşgalci aleyhtarı gösteri düzenlemesini, fikir beyan etmesini yasaklayan kanunların Müslüman Anadolu halklarına yaşattığı mağduriyet ve mahrumiyetleri daha dün gibi hatırlıyorum.
Der Yasin katliamının üzerinden daha beş yıl geçmişti ki, İslam Dünyası, acı haberle bir daha sarsılmıştı. Katil Şaron’un emri doğrultusunda işgalcinin paraşüt birlikleri, Ürdün’ün Kibya köyüne saldırı düzenlemişlerdi. Kibya’ya 10 kilometre uzaklıkta bir Yahudi yerleşim biriminde bir kadın ve iki çocuğu öldürülmüştü. İşgalci, saldırıları öncesi Ürdün hükümetinin suçun faillerini bulacağını taahhüt etmesine rağmen, Şaron hiç beklemeden saldırı emrini verdi. Kibya köyü sakinlerinin, söz konusu kadın ve çocuklarının öldürülmesiyle bir ilgisi yoktu. Ancak Müslüman kanına susamış Şaron umursamıyor; kan görmek istiyordu. Şaron’un itleri Kibya’dan ayrıldıktan iki saat sonra, bir grup BM gözlemcisi köye ulaştı. Köyde yaşananlara dair gözlemcilerin izlenimleri dehşet vericiydi: “Kurşunlarla delik deşik edilmiş bedenler ve atılan bombaların açmış olduğu devasa deliklerle viran edilmiş evlerden, sakinlerinin, evleri başlarına yıkılırken içerde kalmaya zorlandıkları anlaşılıyordu(…) israil çetelerinin otomatik silahlarla köyde her yeri taradıklarını ve evlerin kapısını kırarak içeriye el bombası atıp evleri havaya uçurduklarına tanık olanların dehşet dolu geceyi anlatırken söyledikleri, her yönüyle benzerlik gösteriyordu.”
Kibya katliamında -çoğu kadın ve çocuk olmak üzere- 70 Müslüman hunharca katledilmişti. Uluslararası basında büyük tepkiye yol açan katliam, Nazilerin Polonya’nın Lidice köyünde gerçekleştirdiği kıyıma eş tutulmuştur. Diğer yandan Kibya Katliamı, işgalci ordusunun en başarılı eylemlerinden biri olarak değerlendirilip güzelleme yapmaktan da geri durmamışlardır. Ürdün, ABD’nin talepleri doğrultusunda hareket eden, Amerikan çıkarlarını gözeten ikinci bir israil gibi davranmaktadır. Müslüman tebaasına kan kusturan Ürdün, Yahudi Devletinin en önemli destekçisi ve ümit kaynağı olmaya devam etmektedir.
Hülasa, ümmetin zaferi için döşenen taşları, bu dertle gözlerden boşalan kanlı yaşları görmezden gelen başlarımıza, idarecilerimize söylüyorum: Sizin Filistin, Gazze, Kudüs ve Aksa gibi bir derdiniz yoksa yenilgi ve zillet içindesinizdir.