Sözlükte “vakıaya; yani olgu ya da gerçekliğe uygun hüküm ifade eden, yalanın karşıtı olan söz” doğruluk olarak tanımlanmaktadır. “Hakikati konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak, verdiği sözde durmak” da doğruluğun terim anlamını vermektedir. Kur’an’da “sıdk” kelimesiyle birlikte “doğru sözlü “ anlamında kullanılan “sadık” ve bunun çoğul şekilleri ile aynı kökten türemiş çeşitli fiil ve isimlerin de yüz otuza yakın yerde tekrar edilmesi, İslam ilim müktesebatında bu kavrama verilen değerin bir göstergesi olsa gerek…

"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol; seninle birlikte tövbe edenler de (dosdoğru olsunlar) ve aşırı gitmeyin. O, yaptıklarınızı görmektedir". (Hud:112)

Bu sebeple Efendimiz (s. a. s.):

“Hûd Suresi ve kardeşleri olan Vâkıa, Hâkka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr gibi sureler beni ihtiyar­lattı” buyurmuşlardı.

Peygamber(a. s)’ın belini büken Hud Suresi’nin bu ayeti, gönlünü Kur’an’a açmış her müminin bedenine manevi bir ağırlık yüklemiştir. Serlevha hükmündeki bu ayet dava yoluna baş koymuş tüm mücadele erleri için birer kilometre taşı ya da parametre hükmündedir. İstikamet üzere bulunmaktan kasıt, davetçinin sağa ve sola sapmaksızın tek bir yön üzere devam etmesidir. Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak üzere dosdoğru yolda yürümektir.

Tuğyân ise haddi aşmaktır. Ayetin emri bütün ümmete teşmildir; yani bütün insanlığı ırgalamaktadır. Günlük hayatta kişinin sözünde doğru olması kadar; hareket ve davranışlarında da doğrulukta sebat edip istikamet üzere bulunması esastır. Bir mümin için Allah’ın rızasını kazanıp muhabbetine erebilmesi ancak istikamet üzere bulunmasıyla mümkündür. Bu bakımdan her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor başarılacak hiçbir emir yoktur. Hangi iş veya hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Fakat bu noktada doğru olanı tespit edip o istikamette yürümenin iç içe zorlukları vardır. Şöyle ki:

1.) Her şeyden önce bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur.

2.) Dosdoğru olan o çizgi üzerinde sarsılmadan yürüyebilmek daha zordur.

3. )İstenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur.

İstikametin en mühim şartı zalimlerden uzak tutmaktır: Sakın zalimlere meyletmeyin; yoksa onları saracak ateş size de dokunur. Aslında sizin Allah’tan başka hiçbir dostunuz, yardımcınız ve sizi sahiplenecek hiçbir güç yoktur. Öyleyse O’ndan başka bir dost aramayın; aksi halde O’nun yardımından da mahrum kalırsınız.

Ayette yasaklanan, dayanmak, sırtını verip güvenmek, herhangi bir şeye yanaşıp durmak, muhabbetle meyletmek ve ona razı olmak manalarına gelir. Bu kelimede “ meyletmek” manası da vardır. Dolaysıyla ayet-i kerime, zulüm ve haksızlık yapanlara herhangi bir şekilde destek vermek, yakınlık gösterip yaltaklanmak şöyle dursun, onlara meyil bile etmeyi, yüz vermeyi ve alaka göstermeyi yasaklamaktadır. Ayet-i kerime şu manalara işaret etmektedir:

1.Onların amellerini işlemeyin,

2.Onların yaptıklarına rıza göstermeyin,

3.Amelleri sebebiyle onları övmeyin,

4.Onlara iyilikleri emri terk etmeyin,

5.Onların haram mallarından herhangi bir şey almayın,

6.Kalpleriniz onlarla birlikte sükûnete ermesin,

7.Onlara karışmayın; onlarla birlikte yiyip içip beraber bulunmayın.”

Çünkü bunun cezası ateştir; meyledildiği nispette meyledenlere ateş dokunacaktır. Bu gibi kimseler, kendilerini ateşten kurtaracak bir dost ve bir yardımcı bulamayacaklar, Allah’ın yardımından da mahrum kalacaklardır.