Türkiye siyasi tarihinde, “şaşkınlık” ve “unutkanlık” iki kardeş gibidir. Hafızası balıkla yarışan kamuoyunun önüne ne koyarsan, yeterince cilalanmışsa “yeni” sayılır. İşte yine öyle bir eşikteyiz: Terörsüz Türkiye süreci başladı diyorlar. Kendilerine “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” ismini veren 30 kişilik bir grup, Besê Hozat başkanlığında; "Artık biz bu işten vazgeçtik" diyerek silahlarını “teslim” etmeyip canlı yayında yaktı. “Barış”, “demokrasi”, “birlikte yaşamak” diyorlar, insana sevimli gelen ne kadar kelime varsa kullanıyorlar. Hatta düne kadar silahı kutsayan Besê; "Silahlar demokratik siyaset çağrısı yapan bir hareketin önünde engeldir" diyerek aklımızla oynarken, sergilenen silah yakma gösterisi için bizden alkış bekliyorlar.

PKK, yıllarca sadece güvenlik güçlerine değil; bebek ve çocuklara, öğretmenlere, kadınlara, camilere, medreselere, ilim talebelerine, ambulanslara, iş makinelerine kast etmiş bir örgüt. Marksist-Leninist çizgiden, Stalin'in portresine selam durarak yola çıkan, din düşmanlığını ideolojik harç yapan bir yapıdan bahsediyoruz. PKK, sadece silahla değil, bölge halkını yıllarca ideolojik baskıyla, infazlarla, köy yakmalarla, çocukları zorla kaçırıp dağa çıkarmalarla esir aldı. Kürtlerin namus kalesinde onarılması zor gedikler açtı, iffet anlayışını yerlerde paspas etti, haysiyet ve onurunu ayaklar altına aldı. Şimdi ise demokrasi havarisi kesilmişler ve silahları, “demokratik siyaset” açısından bir “engel” olarak görüyorlar.

PKK’nın siyasi uzantısı DEM ise laiklik mevzuunda ordu ile aynı düşünüp taviz verilmemesi hususunda çağrılar yapan, sapık LGBT+İ’leri cansiperane savunup her gösterilerine üst düzeyde katılım sağlayan, “Jın jiyan azadi” söylemleriyle kadını ailesine karşı özgürleştirip evi dışında köleleştiren bir parti. İslami olan her şeyin düşmanı, ama diğer tüm din mensuplarına karşı hoşgörülü ve hümanist takılanların partisi. Her seçim öncesi “Kürt halkı barış istiyor” deyip seçim sonrası çukurlar kazarak şehirleri savaş alanına çevirenlerin siyasi şubesi. İşte bu DEM, bugün birlikte yaşama kültüründen bahsediyor, daha düne kadar kanlarını içse doymayacağı Erdoğan ve Bahçeli’ye teşekkürler ediyor, her fırsatta önlerinde eğiliyor.

DEM ile iktidarın karşılıklı övgü içine girdiklerine şahit olunca, gerçekten değişen ne oldu, diye sormadan edemiyoruz. Akşamdan sabaha tüm kavramların, tüm ideolojilerin, tüm söylemlerin, tüm hedeflerin, tüm stratejilerin, tüm mücadele yöntemlerinin ters yüz olduğuna şahit oluyoruz. Şaşırmamız normal değil mi?

PKK ve türevleri yüzünden “barış” kelimesinden korkar olduk, çünkü bu kelimeyi ağızlarına her aldıklarında, aslında savaştan bahsettiklerini gördük. Bu kelimenin ardına gizlenen her süreçte ya bir yerler ateşe verildi ya birileri infaz edildi ya da kalabalıklar içinde bir bomba patlatıldı.

PKK ve uzantılarının barıştan anladığı şey hiçbir zaman birlikte yaşamak olmadı; kendilerine itaat edilmesi oldu. Şimdi bundan farklı mı davranacak, bilemiyoruz. Bildiğimiz, PKK’nın hiçbir zaman sözünde durmadığı ve PKK’ya güven olmayacağıdır.

Elbette barış güzeldir, silahların bırakılması desteklenmelidir, PKK’nın kendisini feshetme sürecine yardımcı olunmalıdır. Bütün bunlara kimsenin itirazı olamaz, ama keşke mesele sadece silah bırakmak olsaydı. Asıl mesele, silahı hangi amaçla bıraktıklarıdır. Çünkü bu bir “barış” değil, “konum yenileme” çabasıdır. Yani PKK ve türevleri sadece mücadele yöntemlerini değiştirdiler.

Bundan böyle dağdan değil, oturdukları masa aracılığıyla hedeflerini gerçekleştirmeye çalışacaklar. Kalaşnikof tutan ellerin yerini ceket giyip kravat takanlar dolduracak.