Bu yıl aile yılı olarak ilan edildi. Amaç aile kurumunu korumak.

Son zamanlarda evliliklerin azalması ve aile kurumunun gittikçe çöküşe geçmesinin nedenlerine inmeden aile kurumunu koruyamayız.

Erkeğin borçlanmış bir şekilde evlilik hayatına başlaması, huzurun maddi olgularda aranması evlilikleri ikinci plana itiyor.

Evlenen çiftler birbirlerini ruhsal, psikolojik, maddi ve manevi olarak tamamlamaktan çok uzak. Mutluluk maddi olgularda aranır oldu.

Çıta yüksek seviyede tutuluyor. Bugün evlilik, pek çok erkek için ağır bir yük, birçok kadın içinse taleplerin sıralandığı bir alana dönüşmüş durumda.

Geleneksel rollerle modern beklentiler arasında sıkışan erkek, ilişkinin sadece “veren” tarafı olarak görülüyor. Değer görmeden, hissiyatı önemsenmeden evlilik yükünü sırtlanıyor.

Daha en başta, düğün masraflarıyla başlayan bu yük giderek büyüyor. Kına gecesi, takılar, ev eşyaları, balayı derken aileler ağır borç altına girerken genç erkekler de borçla hayata başlıyor.

Evlilik gerçekleştikten sonra ise ilişki çoğunlukla kadının memnuniyetine göre şekilleniyor. “Kadın mutluysa evlilik iyi gidiyor” anlayışı, toplumda yaygın kabul gören bir ölçüt haline geldi. Oysa bu yaklaşım, aile kurumunu denge üzerine değil, tek taraflı beklentiler üzerine inşa ediyor.

Kadınların hakları, elbette ki konuşulmalı, korunmalı. Ancak aynı masanın diğer ucundaki erkekler de görmezden gelinmemeli, onlarda konuşulmalı, anlaşılmalı. Bugün bir erkeğin hissettiği, istediği, yorgunluğu ya da beklentisi pek çok zaman görmezden geliniyor. “Kız ne istiyor?” sorusu her şeyin merkezine yerleştirilirken, “Erkek ne hissediyor?” ya da “Erkeğin ihtiyacı ne?” gibi sorular çoğu zaman akla bile gelmiyor.

Müslüman bir birey olarak burada önemli bir soruyu kendimize soralım, evlilikte erkeğin görevi kadını mutlu etmekse, kadının görevi ne?

Modern anlayış bu sorunun cevabını çoğu zaman erkeğin sorumluluklarına yüklerken; fıtrat ve dini perspektif, karşılıklı görev ve sorumluluklara işaret ediyor. Aile dediğimiz yapı, iki insanın da emek verdiği, iki tarafın da sorumluluk aldığı bir birliktelik olmalıdır.

Bugün birçok erkek, evlilik fikrine mesafeli duruyor. Neden? Çünkü biliyor ki yapacağı en küçük hata, sadece huzurunu değil, hayat düzenini de yerle bir edebilir. Bir ömür mutlu olmayacağı, beklentilerin sürekli kendisine yükleneceği, sorun yaşandığında ise evden uzaklaştırma alacağı bir ilişkiye girmek istemiyor. Evlilik artık birçok erkek için umut değil, risk olarak görülüyor. Bu kaygıların temelinde ise bitmek bilmeyen süresiz nafaka zulmü ve sağlıksız bir anlayış yatıyor.

Evlilik, bir tarafın mutluluğu için diğer tarafın kendinden vazgeçtiği bir kurum değildir. Gerçek bir ailede, mutluluk da hüzün de ortak yaşanır. Eşlerden birinin memnuniyeti, sürekli diğerinin fedakârlığına dayanıyorsa, bu bir evlilik değil, dengesiz bir birlikteliktir. Ne kadın ne de erkek tek başına taşımalı bu hayatı. Aile, iki tarafın da duygusal emeğiyle, anlayışıyla ve katkısıyla kurulmalıdır.

Ne yazık ki bugün evlilik, birçok kadının mutluluk projesine dönüşmüş durumda. Erkek ise bu projenin finansörü, sağlayıcısı, yeri geldiğinde ise sessizce yok sayılan aktörü! Oysa evlilik bir projeyse, iki ortağı da olmalıdır. Birlikte inşa edilen, birlikte korunup büyütülen bir yapı hâline gelmedikçe, evliliklerin sağlıklı ve uzun ömürlü olması da zorlaşıyor.

Aile, toplumun temel taşıdır. Onu ayakta tutan ise adalet ve dengedir. Sadece bir tarafın memnuniyetine odaklanan bir evlilik modeli, zamanla yıpranır, yıkılır. Kadının da erkeğin de birbirini anladığı, dinlediği, saygı gösterdiği bir birliktelik ise hem eşleri hem toplumu ayakta tutar. Gerçek aile işte budur.