Geçen hafta "29 Ekim cumhuriyet bayramı" temalı cuma hutbesinde, içeriğinde "ümmetin son umudu", "İslam'ın son kalesi", "İslam'ın hakkıyla yaşandığı tek toprak" başlıklarının oluşturduğu, ayet ve hadislerin farklı yorumlanarak, coşku ve heyecanla vatan sevgisinin anlatıldığı, hutbeyi dinledik.

Cami bahçesine çıktığımızda kalabalık bir cami cemaati, 'Cumhuru Reisin, israilin Lübnan'a yaptığı son saldırılarla sınırlarımızın tehlikede olduğu' açıklamalarını tartışıyordu.

israile duyulan kin ve öfke içimde birazcık umut yeşertse de Anadolu halkının ferasetine karşı içimde oluşan 'kuşkucu düşünceye' karşı koyamıyordum. Cemaatten şalvarının uçkur ipini dışarı salmış, orta yaşlarda bir adamın: Biz Araplara benzemeyiz, vatanımızı satmayız, başka birisinin: taşlarla, firavunun mezarına kadar kovalarız, daha başka birisi, elindeki marlboro cıgarasından bir fırt çekip: aha şu cıgaranın közüyle yakmasam kahpeyi, aha şuracıkta kaynanamın ölüsünü göreyim diyordu.

Caminin üç giriş kapısında gönüllü birkaç kişi, Mersin'de yapımı bir türlü bitmeyen; dünyanın en lüks ve şatafatlı müftülük kompleksi için para topluyorlardı. Bir kaç kara kuru kız çocuğu da, yüzlerini mahcup bir role büründürüp, boyunlarını büküp, yalınayak para topluyorlardı.

İçimizden birisi kızları göstererek bu 'Suriyelilerden kurtulmadıkça memleket iflah olmaz' deyince, Emmi onlar Suriyeli değil, Çingene çocukları dedim, 'Emme hutbe güzeldi, hoca çok büyük ayıp etti, ulu önderden bahsetmedi' tartışmaları başlarken bedenime yol verdim.

Caminin az ötesinde bulunan ilkokulun önünden geçerken, palyaço gibi kıyafetler giymiş çocukların, "hadi deli oğlan, hadi belime dolan" ahlaksızca bir şarkı sözleri eşliğinde dans ve zeybek oyunu oynamaya çalıştıklarını gördüm.

2 metre boylarında, Amerika özel kuvvetleri gibi uzun, boylu poslu iki dev adam, tayt giyip, kulaklarında küpeyle, iğreti şekilleriyle çocuklara atalarının en sevdiği oyun olan 'zeybek' ve 'vals' öğretiyorlardı.

Bundan 30 yıl önce İmam Hatip Lisesinde okurken, aylar öncesinden 19 Mayıs kutlamalarına hazırlık için stadyuma götürülürdük. Ülkede iklimler değişiyor, kıyafetler değişiyor, saç stilleri değişiyor, cinsiyetler değişiyor ama ideolojik eğitim bir türlü değişmiyor.

29 Ekim, 10 Kasım, 23 Nisan, 19 Mayıs kutlamaları için aylarca hazırlıklar yapılıyor. Kıyafetler dikiliyor. Veliler öğretmenlerin istediği absürt eşyaları bulmak için kapı kapı dolaşıyorlar.

Eğitimde dünya sıralamasına baktığımızda, ideolojik eğitim sisteminin ne kadar ucube olduğunu daha iyi görüyoruz.

Dükkâna yaklaşınca 12-14 yaşlarında, ağır rujlar sürmüş bir kaç kız çocuğunun beni beklediğini görüyorum. Ne istediklerini sorduğumda renkli yazıcıdan, bu sıralar moda olan, küresel şeytanlar tarafından, gençlere idol olarak sunulan, "Koreli" erkek kadın karışımı rol model resimleri çıkarmak istediklerini öğreniyorum.

Dükkânın otomatik darabasını kaldırıyorum, aylardır görmediğim, öldüğünü zannedip ruhuna Fatihalar gönderdiğim, mahallenin en yaşlı kadını rekorunu elinde bulunduran teyze geliyor. Teyzeyi karşımda görünce "fesuphanallah" çekiyorum. Teyze mutfağındaki masaya 29 Ekime özel, kareli, içinde kırmızı ve beyaz desenler bulunan, Türk bayrağını anımsatan masa örtüsü istiyor.

24 Kasım öğretmenler gününe özel olarak getirttiğimiz, objelerin bulunduğu tezgâhın önünde kalabalık oluşunca dışarı çıkıyorum.

Camide para toplayan kızlar; alçıdan yapılmış, içinde Allah lafzı bulunan bir kuş objesini ellerine alıp saygıyla öpüyorlar. Allah lafzına hürmet gösteren kızların bu davranışlarına bakıp mutlu oluyorum. İçimdeki "kuşkucu düşünce" atağa geçiyor: Orada ne yazdığını biliyormusunuz. Yok diyorlar, bu kuş bizim bereket tanrıçamız. Tezgâhta bulunan 14 kuşu alıp, topladıkları paralarla ödemesini yapıp hızla uzaklaşıyorlar.

Aynadan; put kırandan, put satan adama dönüşmüş kendime hüzünle bakıp: bizim buralarda "İslam'ın son kalesinin" son hali böyle diye mırıldanıyorum.

Ebubekir ATASOY