Kur’an-ı Kerim’de geçen Ashab-ı Uhdud kıssası, sadece geçmiş bir olayın hatırası değil, insanlık tarihine düşülmüş ağır bir nottur.
Bürûc Suresi’nde anlatılan bu kıssa, yanan hendeklerin başında inananları sadece Allah’a iman ettikleri için ateşe atan zalimleri ve o zulmü seyredenleri anlatır. Ama bu hikâye, ne yazık ki sadece tarih sayfalarında kalmadı. Bugün, 21. yüzyılın ortasında, ekranlarımızda, sosyal medyada, her gün yeniden Gazze’de yaşanıyor.
Gazze, bir hendektir artık. Alev alev yanan bir hendek;
Bombaların yağdığı, çocukların yandığı, annelerin enkazlar altında kaldığı bir hendek… Ve o ateşin başında oturanlar, sadece geçmişin zalimleri değil, bugünün dünyasında susan, görmezden gelen, destekleyen zalim sistemlerdir.
“Kahrolsun o hendek sahipleri!” diyor ayet (Bürûc, 4). Bugün bu beddua, her vicdan sahibi insanın içinden yükseliyor. Çünkü Ashab-ı Uhdud, inancı uğruna yakılan insanlardı. Gazze de aynı şekilde, işgal edilmiş vatanlarını kurtarmak ve inançlarını özgürce yaşamak isteyen, bu uğurda hedef alınan ve yok edilmek istenen şerefli bir halkın coğrafyasıdır.
Onlar ateşin başına oturmuştu (Bürûc, 6), bugün de oturuyorlar. Bomba görüntülerini izleyip sessiz kalanlar, gözünü kapayanlar, bu zulmü görmeyenler… O ateşin seyircisidirler. Ayet, seyirci olmayı bile suç sayıyor: “Müminlere yaptıkları işkenceyi keyifle seyrediyorlardı.” (Bürûc, 7). Sadece bu zalimliği yapan değil, müdahale imkânı olduğu hâlde izleyen de mesul.
Ayet: “Sakın zâlimlere meyletmeyin; yoksa onları saracak ateş size de dokunur.” (sevgi beslemek, yağcılık yapmak veya yaptıkları işlere rıza göstermek, sessiz kalmak suretiyle meyletmeyin zalimlere) (Hûd Suresi, 113. Ayet)
Gazze, Ashab-ı Uhdud’un çağdaş ismidir. Ümmet coğrafyasında yaşanan ikinci Kerbela’dır. Bugün Gazzeli çocukların, yaşlıların, sivillerin yaşadığı acılar sadece coğrafi değil, evrensel bir vicdan meselesidir. Ve bu olaylar karşısında susan her ses, dilsiz şeytan hükmündedir. O hendek başındaki sessizlik kadar ağır bir suç ve suça ortak olmaktır.
Ashab-ı Uhdud kıssası, bize sadece zulmün ne kadar korkunç bir şey olduğunu değil, zulüm karşısında nerede durmamız gerektiğini de apaçık gösteriyor. Ya ateşin karşısında, yani mazlumun, haklının yanında dururuz; ya da ateşi yakanlardan, zulmün sessiz destekçileri arasına karışırız. Bu kıssa bize "orta yol" diye bir şeyin olmadığını haykırır adeta. Bugün Gazze’de yaşananlar da aynı çizgiyi önümüze koyuyor. Ya çocukların üzerine yağan bombaların karşısında dimdik durur, zulme karşı sesimizi yükseltiriz; ya da sessizliğimizle, tarafsızlığımızla o bombaların sahiplerinden sayılırız. Ashab-ı Uhdud’un ateşiyle Gazze’deki ateş arasında zaman farkı olabilir ama hak ile bâtıl arasındaki çizgi hâlâ aynı netlikte. Taraf belli. Ortası yok.
Gazze için dua etmek, yardım göndermek, hakkı söylemek, onun sesi olmak, her müminin imtihanı, her insanın sorumluluğudur. Çünkü Rabbimiz, o ayetlerde sadece ateş dolu hendek sahipleri olan zalimleri lanetlemedi. Aynı zamanda inananların ve insanlığın nasıl bir duruş sergilemesi gerektiğini de gösterdi.
Unutmayalım!
Tarihe yön veren, zalimlerin zulmü değil; mazlumların sabrıdır. Ve o sabır, bir gün bu ateşin külleri arasından bir hakikat çiçeği gibi yeniden Hüseyinî kıyamları filizlendirecektir. İnşallah. Selam ve dua ile. Allah’a emanet olun.
NAZMİ ORTAÇ