Bismillah...

Tarih boyunca inananlar, dağların yüklenmekten kaçındığı iman davasının ağır yükünü omuzlamışlardır (Ahzab 33/72). Her çağın Firavun, Nemrut ve Câlûtlarına karşı hakkın sesi olmuş; en ağır bela ve musibetlere sabırla direnerek, tarihe iz bırakan örnekler sergilemişlerdir.

Bu kutlu davayı omuzlayan müminler, insanları Allah’a kulluğa davet etmiş, tağuti sistemlerin zulmünden kurtarmak için mücadele etmişlerdir. Bu mücadele bazen zaferle, bazen de şehadetle sonuçlanmıştır.

İman davasının yükünü omuzlayan her müminin, nefsini terbiye edip Allah’ın emrettiği programa teslim etmesi gerekir ki, bu yük hafiflesin. Nice ahlak âlimi, şeytana karşı verilen ilk mücadelenin harp meydanının insanın kalbi olduğunu söylemiştir. Eğer insan, kalbinde şeytanı mağlup edip nefsini ıslah ederse, dıştaki düşmanlara karşı da galip gelir.

Her ağır yükün omuzlanmasında nefsin ıslahı şarttır. Müminin ilk cihadı, nefsiyle olan cihattır. Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zorlu bir sefer dönüşü şöyle buyurmuştur:

"Küçük cihaddan büyük cihada döndük."

Ashab: “Ya Resulallah, büyük cihad nedir?” diye sorduklarında:

"Nefisle yapılan cihattır." buyurmuştur.

Özellikle Bakara Suresi’nin 249 ve 250. ayetlerinde anlatılan Tâlût kıssası, nefisle imtihanın derinliğini açıkça ortaya koyar. Tâlût’un ordusu, savaş öncesi uzun bir yolculuk sonrası bir nehirle imtihan edilir:

"Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim ondan tatmazsa elbette bendendir. Ancak sadece eliyle bir avuç alanlar müstesna.” (Bakara 2/249)

Yorgun ve susuz bedenlerin sabır ve itaatiyle sınandığı bu anda çoğu kişi imtihanı kaybetmiştir. Ayetin devamında:

“Tâlût ve beraberindeki müminler nehri geçince, geri kalanlar: ‘Bugün bizim Câlût ve ordusuna karşı koyacak gücümüz kalmadı.’ dediler.” (Bakara 2/249)

Nehri geçemeyenler, sabırsızlık ve itaatsizlik gösterdiler. Oysa Allah’a “işittik ve itaat ettik” diyerek uyanlar için bu imtihan aşılabilirdi.

İşte o azınlık… Gerçek dava adamları. Câlût’un dev ordusunun karşısına başları dik, göğüsleri önde, gözleri kararlı bir şekilde çıktılar. Çünkü biliyorlardı: Allah kendileriyle beraberdir.

“Nice az topluluk, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/249)

Nehir, nefse karşı sabrın; arzulara direnmenin sembolüdür. Asıl sınavlar savaş meydanından önce başlar. Gerçek mücadeleye hazır olanlar, sadece nehri geçen samimi müminlerdir. Çünkü zaferin ilk şartı sabır ve teslimiyettir.

Bugün biz de kendi "imtihan nehirlerimizle" karşı karşıyayız. Allah’ın “dokunma” dediği nice şey bize cazip gelir. Ama o bir avuç "su", ya bizi ordudan ayırır, ya da bizi imtihanı geçenlerden yapar.

Her dönemin Câlûtları olmuştur. “Bizim gücümüz yetmez” diyenler de eksik olmamıştır. Ama Allah’a güvenenler, sabredenler her zaman şunu haykırmıştır:

“Nice az topluluk, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip gelmiştir.” (Bakara 2/249)

Sonunda gelen dua ise her çağın müminine rehberdir:

“Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl ve inkâr eden topluluğa karşı bize yardım et.” (Bakara 2/250)

Bu ayetler yalnızca bir kıssa değil; bugün Gazze’de Câlût’un (Siyonist rejimin) ordusuna karşı savaşan Kassam mücahitlerinin direnişidir. Onlar nehri geçmiş, imtihanı sabırla kazanmış Tâlût ordusundaki Davud’lardır.

Eğer Gazze’deki bu mücahitler nefislerini terbiye etmemiş, dünya nehrinin bir avuç suyuna tenezzül etmiş olsalardı, bugün o katil rejime ve destekçilerine karşı ayakta kalamazlardı.

Bu yüzden, “Bana o mücahitlerin imanından lazım” diyen herkes, onların nefis terbiyesini de hayatına uygulamalıdır.

Sabır, sebat ve dua…

Müminin üç sarsılmaz silahı. Bu silahları kuşanan her gönül, Allah’ın izniyle galibiyetin tadını mutlaka er ya da geç alacaktır.

“Sabredenleri müjdele! Allah, sabredenlerle beraberdir.”

Selam ve dua ile…

Allah’a emanet olun.

NAZMİ ORTAÇ