Hayatın tüm alanlarında kişideki ahlak, din-i mubin-i İslam’ın temsiliyet sancağıdır. İbadet ve diğer davranışlarda ahlak bir fazilettir. Ama iktisatta ise şarttır.

Bugün İslam dünyasının en büyük sorunlarının teslimiyet ve temsiliyet sorunu olduğunu düşünüyorum. Teslimiyet avamın, temsiliyet de havasın büyük imtihanıdır. İktisadi ahlak sınavını atlatamayan ümmet, başkalarına adil şahitlik yapamaz. Adil şahitlik vasfını yitiren bir toplumun hangi dine mensup olduğunun bir kıymet-i harbiyesi de yoktur. Bu duruma düşen dine yük olup, Kur’an’ın fermanıyla “kifl” (Nisa/84) olmaktan başka bir şey değildir. İlahi sistem tümüyle dünya hayatında insanlığa mutluluk vaat eder. Mali müktesepte ahlak sorununu yaşayan topluma mutluluk vaat edemez.

     Din-i mubin-i İslam, özü itibarıyla bireysel ve toplumsal dürüstlüğü hedefleyen ilahi bir dindir. İbadetlerini günlük hayatına taşıyamayanlar, naslarla yerilmiştir. (Maun/4,5 İbadetlerdeki tadil-i erkan ve huşu ne ise iş hayatımızdaki ahlaki prensipler de odur. Bu manada yazacağımız yazılar, okuyacağımız kitaplar ve vereceğimiz konferansların hayata dokunması gerekir. Bu noktalarda hayata dokunulmuyorsa, yapılan işin hamallığından öteye bir mana ifade etmez.

Yaşanabilir mutlu bir toplumun inşası, insanoğlunun iç âlemini Kur’an ve Sünnet ile ihya etmekten geçer. Kalbimizdeki imanın, toplum içinde bizi adil şahitlikte bir yere taşıması gerekir. Bu aksiyoner imanın dışa tezahürü kişideki ahlakla mümkün. Ayete bakın “Ey iman edenler gelin iman ediniz…” (Nisa/136)

Bugün ümmetin en büyük sınavı toplumsal ahlak sınavıdır. Bu ahlaki niteliğinin en zayıf noktası iktisadi noktasıdır. On dört buçuk asırlık İslam tarihinde yaşanabilir bir toplumun inşasında Müslüman tüccarların payı çok büyüktür. İslam’ın, iş adamına kazandırdığı “kesb ahlakı” ile iktisadı ibadet, ticareti iyilik hareketi, çarşı pazarı da bir sevgi ve dayanışma alanı haline getirmiştir.

Rızık ahlakı denilen bir kavramımız vardır. İktisadi ahlak, kazanırken helale dikkat emek ve kendi iktisadi gücünü elde etmekle mümkündür. Tespitlerime göre ümmet bugün bu her iki ahlaki noktada dibe vurmuştur. Bugün hem iktisadi kazancın kesbini hem de iktisadi güçsüzlüğün getirdiği ahlaki zafiyeti beraber yaşamaktayız. Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) fakirlikten Allah’a sığınmasının bir de böyle bir manası vardır. Müslümanlar siyasal ve iktisadi hususlarda güçlü olduğunda dine daha iyi hizmetler yapmışlardır. Başka ülkelerin İslam’a ihtidaları Müslümanların siyaseten ve iktisaden güçlü oldukları zamanlar olmuştur. İktisaden tüccarlar, siyaseten mücahitler İslam’ı dünyaya yaydılar.

Siyaseten ve iktisaden güçsüz olan pelit bir toplum cazibeliğini kaybeder. Bu iki noktada cazibeliğini kaybeden bir toplumu kimse özenip de “dur ben de bunlar gibi olayım” demez. Siyaseten belli bir İslami gücü elde edenlerin, din düşmanlarınca iktisadi açıdan saldırıya maruz kalmaları da bundandır.

İktisadi güçsüzlük de bir yoksulluk sebebidir. Yüce Allah tarafından ganimetlerin beşte birinin Peygambere verilmesini tasavvur edelim. O gün siyasi otoritenin başında Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bulunuyordu. Nübüvvet makamının toplumun zekâtını almaması çok önemlidir. Müslümanlarca bu noktanın iyi anlaşıldığından emin değilim.