Ayet ve hadislerle Müslümanların 14 asırlık ilmi ve
fikri bir birikimi vardır. Bundan hareketle erdemli bir toplumun yeniden
ihyasında Müslüman tüccarların konumu masaya yatırılmalı. Bunu felsefik olarak
insan, insanlık ve insaniyet diye üçe ayırabiliriz. İnsani değerler erdemini
yakalayan Müslüman tüccarlar tekrar İslam medeniyet kökleri üzerinden toplumu
ihya edebilirler. Bu manada bir ruhi dirilişe önce ferdi olarak her bir tüccar
kendi iş yerinde bunu uygulamalı. Bu ruhun çekirdeği, bireydir. Ferdi,
toplumsal ve ümmet bazında evrensel örnek bir toplumu inşa etmek gerekir. Bu iş
sermayeden çok, yüksek nitelikli ahlaki bir seviye ile olur. Her Müslümanın iç
aleminde bu itici güç zaten mevcuttur. Müslüman tüccarın görevi bunu harekete
geçirmektir. İman ve İslam, mescitlerde anlatılır, kalplerde kabul görür ve
ticaret meydanında test edilir.
Müslüman tüccarın en büyük ideali, helalinden kazanıp evine helal lokma
götürmesi olmalı. İktisadi ahlak; dürüstlüğü, dayanışma, yardımlaşma ve gönül
elde etmeyi tüm kazançların üstünde tutar. Bu kazanç çeşidi iktisadi kazancın
mayası ve kimyasıdır. Bu iktisadi ahlak dokunuşu, memleketleri imar, birlikte
bulundukları insanları mutlu ve dokundukları eşyayı anlamlı kılar.
Bir
toplumun maddi ve manevi “tekasürü” paralel olmalı. Yoksa tekasürü Kur’an
yermiştir. (Tekasür/1) Kanaatime göre bugün Müslümanlar bu iki noktada denge
kuramama sorunu yaşıyorlar. Bu konuda ilk Medine İslam devletinin “Medine
serbest ortak pazarı”nda bunu görebiliriz. İktisadi gücünü kaybeden bir
toplumun ilahi nizamı başkasına tebliğ etmesi mümkün değildir.
Tüm Peygamberlerin müşterek vasıflarından biri de
“Sizden ücret istemiyorum…” Şuara/109, 127, 145, 164, 180; Ahzab/50, Sebe/47,
Yasin/21 Sad/86, Şura/23,Tur/40, Mümtehine/10,Talak/6, Kalem/46. Bu ayetlerde
Peygamberler kendi maddi imkanlarıyla ayakları üzerinde durduklarını
göstermektedir. Peygamberlere, zekat almalarının yasaklanması ve “humus” ile
desteklenmelerini bir de bu manada anlamalıyız.
İslam iktisadının böyle bir ahlaki alt yapısını zihin
dünyamızda gerçekleştirmeden erdemli bir toplum kurmak hayal olur. Hukukçuların
yüksek ceza vermeleri, güvenlik kuvvetlerinin alacakları sıkı tedbirler ile
erdemli bir toplumu inşa etmek eşyanın tabiatına aykırıdır.
Toplumsal güven bir memleketin motorudur. Dürüstlük,
güven ve iktisadi güç biri diğerinden bağımsız düşünülemez. Bu her iki nokta
güven için şarttır. Kur’an’ın, namaz ile zekatı yan yana zikretmesinin
(Bakara/43.) manalarından birinin de namaz kılanların zekat verecek kadar mali
güce sahip olmanın zımnen talep edildiği hakikatidir. Çünkü her Müslüman
karşıdakine gel benim gibi ol diyordur. Böylelikle, İslam iktisadının topluma
vereceği güvenin Müslümanların kıldığı namazla denk tutulması çok önemli.
Bu emrin, Kur’an’da yan yana 34 yerde aynı usul ve
üslup içinde zikredilmesi, dünya ahiret dengesi açısından da önem arz eder. Bu
iki emrin emir kipi ve cem’i (çoğul) sığasıyla gelmesi, hem namazın hem de
zekatın topluma bakan boyutunu gösterir. Bunun da ferdi, toplumsal ve evrensel
boyutta en iyi taşıyıcı unsuru iktisadi ahlaktır. Bunun merkezinde Müslüman
tüccarın iktisadi ahlakı olmalı.