İslam dini, dünya hayatını yöneten bir düzen ve yönetim
biçimidir. Bu sistemde iktisadi gücün tahfizi şart koşulur.
İslam’ın sıyasal ve İktisadi boyutu gittikçe merak
uyandırmaktadır. İslam’ın siyasal ve mali konuları, dünyaya bakan yönüyle
dinimizin en önemli iki sacayağını teşkil etmektedir. İnsanın kâinatla alakası
ne ise, hayatın iktisatla alakası da odur. “Sahhere leküm ma fissemavati ve ma
fil ard” (Elcasiye/13) Yerde ve göklerde bulunan tüm mevcudatı insana “teshir”
eden Yüce Rabbimizin bu emrini, iktisadi açıdan anlamaya çalışalım.
Bu emr-i ilahi, dünyanın yaratılışından kıyamete kadar
tazeliğini koruyan ilahi bir ölçüdür. Bu ve benzeri ayetleri, ilk nazil olduğu
günden bugüne kadar her asırda aziz İslam uleması anlamını kendi zamanın
şartları içinde en doğru bir şekilde anlamaya çalışmışlardır. Her asırda kendi
şartlarında anlayabildiği kadarıyla bir anlam arayışına gitmişlerdir. Ve en
ideal olan bir manayı yüklemişlerdir.
Bu ayetlerdeki “tashir” ilk günde, o günün şartlarında bir
anlam yüklenilse de bugün bu “tashir”in gezegenlere gidip keşfetme imkânına
ulaşmasıyla farklı bir boyuta evrildiğini de görmüyor değiliz. Yani bugün, bu
kelimenin ilk günlerdeki manasından daha geniş bir mana ifade ettiği gerçeğiyle
karşı karşıyayız. Fakat bu da son olmayabilir. Kısa zamanda ayetlerdeki
“tashir” İnsanın faydasına sunularak musahher hale getirilmesi, insanların
oralarda uzun vadede kalma imkânı olabilir. Ya da gün gelecek göklerde birden
fazla yaşamaya müsait gezegenlerin keşfi şeklinde de gerçekleşebilir.
Dünya hayatındaki nimetlerden faydalanma evrensel dediğimiz
insana bakan yönüyle küllidir. Yani tüm insanlara teshir edilmiştir. Burada Hz.
Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) ümmetinden önce icabet edenler mi, yoksa
muhatap olanlar mı faydalanırlar? Bu konuda herhangi bir kısıtlama olmadığına
göre, kim çalışırsa o gidip ilerleyebilir.
Bu manada Batı uygarlığı son demlerini yaşadığı kanaatindeyim.
Onların trendinin artık aşağıya çekileceğini tasavvur ediyorum. Bu tahayyülümü,
Batı’nın kendi içinde kaybettiği aile, insani değer sistematiğindeki toplum
bağlarının tamamen kopma noktasına gelmesine bağlıyorum. Batı’nın refah
seviyesinin yüksek olması da iki sebebe bağlıyorum: Birincisi, Batı’nın
doğrudan doğruya Afrika’da sömürdüğü ülkelerin yer altı ve yer üstü
kaynaklarını gasp etmeleri. Diğeri de İslam ülkelerinin kukla rejimleriyle
enerji, döviz, teknik, sinema, basın, yayın ve bilumum kültürel olarak
kredilerle o ülkelerin gelirlerini resmi kayıtlarla ticaret adı altında
sömürmeleri.
Son zamanlarda ise Arap ülkelerinin bir Arap ekonomik gücünü
oluşturmaya çalışması ve Türki cumhuriyetlerde de kendi içinde bir güç
oluşturmaya çalıştıklarının ayak izlerini görüyorum. Bunun farkına varan işaret
Çin’in Afganistan’a ilk devlet başkanları nezdinde ziyaret etmesi. Bunun ikinci
halkası Çin’in İran-Arabistan’ı barıştırması…
Bu anlamda Avrupa İslami Finans ve Ekonomi Akademisi (EAIFE),
Lübnan’ın El-Cinan Üniversitesi ile Malezya’da bulunan Milletlerarası İslam
Üniversitelerinin katkılarıyla “ZOOM” üzerinden bir konferans verdiler.