Yaşantıların, düşüncelerin çarpıklaştığı; düzen ve
değerlerin alt üst olduğu; tüketime endeksli haz ve hız çağından en çok da
nasibini alan, kavramlar olmuştur. Kavramlar ya tepetaklak edilerek ya da
bağlamından uzaklaştırılarak içleri boşaltılıyor, bizden çalınıyor. Maddeci yaşantı
ve düşünce tarzının bizden çaldığı kavramlardan biri de fedakârlıktır.
Feda olmak, feda etmek, fedakârca davranmak… Bu çağın kalbi
çoraklaşmış insanının, kalbine ruh verecek, kurumuş kalpleri yeşertecek
yağmurdur fedakârlık. Dünyanın kirli ve paslı prangalarına esir edilmiş
insanın, kurtuluş anahtarıdır fedakârlık.
Fedakârlık bir amaçtan, bir idealden doğar. Ufku daralmış,
ideal fukarası insanlar fedakârlık edemezler. Eğer bir yerde bir amaç var ise,
bir ideal ve bir dava var ise orada fedakârlık olmazsa olmazdır.
Çünkü her ideal, her amaç ve her dava uğrunda fedakârlık etmeyi
ister. Çünkü fedakârlık bir yönüyle samimiyetin ölçüsüdür. Hele de bu dava
İlahi bir dava ise, hele de dava Allah’ın davası ise, fedakârlık bu davanın
eşiğidir. Davanın bahçesine girmek için, önce fedakârlık kapısından geçmek
gerek.
Çünkü dava fedakârlık ister; karşılıksız, dünyalık menfaat
ve kaygılardan uzak bir şekilde feda etmeyi ister. Hele de söz ettiğimiz İslami
dava ise bu davaya “adam” olanlar, “dava adamı” olanlar, “davetçiler” yani
davanın sahibi ve dellâlı olanlar mutlak surette fedakârlık etmelidirler.
İslam davasının her merhalesi bir imtihan basamağıdır. Her merhale
kendine göre özellikler taşıdığı gibi, fedakârlık da ister. Yeri ve zamanı
gelince candan, maldan, zamandan feda etmeyi ister. Bu aslında İslam davasına
sahip çıkmanın, davada yok olmanın, yani “fena fil dava” olmanın
gerekliliğidir.
Dava sahipleri için zaman, mekân ve şartlar değişse de
değişmeyen şey dava için feda etmektir, fedakârlık yapmaktır. Başarıya ulaşmış,
kitlelere yön vermiş, zamana mührünü vurmuş hiçbir hareket yoktur ki, uğrunda fedakârlık
edilmiş olmasın.
İslam davasının bugüne gelmesi de, bizden öncekilerin
gösterdikleri fedakârlıklar ile olmamış mıdır? İslam davasını yarınlara miras
bırakmak için, hapsedilmeyi halvet, sürgünü hicret, öldürülmeyi şehadet
bilmişler.
Allah Resulü, sahabe-i kiram ve gelmiş geçmiş bütün İslam
önderleri bu bedelleri boşuna ödememişlerdir. “Bu dava için değil otuz yıl, üç
yüz yıl olsa feda edilmeye değer” diyen Zindanın Piri, bizlere bir şeyler
anlatmak istiyor.
Bize diyorlar ki, “Aziz İslam davasını omuzlamanın bir
bedeli var, bunu kabul etmek lazım. İslam davasını dellâlı olmak, bireysel
olarak bazı şeylerden yoksun olmayı, bazı zorluklara ve zahmetlere katlanmayı
gerektirir. Çünkü yaşanan zorluklar, çekilen zahmetler, yaşanan mahrumiyetler,
o İslam davasının fiyatıdır.”
Evet, İslam davası ucuz değildir. Bir karşılık ister, bedel
ister, feda etmeyi ister.