Peyami Safa ne güzel itiraf etmiş
Cumhuriyetin doğru bir anahtar olmadığını:
"İki asra yakın bir tarih içinde,
Avrupa medeniyetinin eşiğindeyiz. Anahtar arıyoruz. 'Gülhane hattı' kapıyı
açmadı. Meşrutiyet anahtarı da açmadı. Cumhuriyet, şapka, Latin harfi, İsviçre
medeni kanunu vs. gibi Avrupa rejim, muaşeret ve mavzuatının aynen kabulü de
kafi gelmedi. Daima bir şey eksik ki o eksik anahtarın ta kendisi' (Peyami
Safa, Doğu Batı Sentezi, İstanbul, 1963, s 67-68 )
Peyami Safa Batının uzattığı anahtarların
tutmadığını itiraf ediyor ama, niye sürekli Avrupayi anahtarlar kullanıyoruz demiyor.
Yaklaşık iki yüz yıldır kaydedemediğimiz ilerlemeyi Almanların 10 yılda
katettiğini söylüyor ama ne anahtarı suçluyor ne anahtarcıyı...
İnsan zorladığı kapıyı açmayan kilidi bir
yoklar, inceler. Yanlış kilitle mi zorluyorum bu kapıyı diye. Eğer anahtarlığınızda
evinizin giriş, dış, iç kapılarının anahtarları takılıysa kapıları açarken
hangisini takacağınıza dikkatlice bakar içlerinden birini seçersiniz. Eğer
anahtarlar birbirine benziyorsa birini dener, olmadıysa diğerini. Olmayan
anahtarla kapıyı zorlamanın beyhude bir çaba olduğunu bilirsiniz.
Osmanlının son dönemlerinden itibaren
defalarca Batının uzattığı anahtarlar denenmiş ilerleme adına, ama hiçbiri
tutmamış. Bizim padişahlarımız, paşalarımız, aydınlarımız inadından vazgeçmemiş
defalarca benzer denemeleri yapmakta ısrar etmişler.
Batılı yöntemler, kıstaslar, kalıplar,
değerler, içerikler, yasalar vs. vs.
Hiçbiri ama hiçbiri bilim ve teknik
alanlarında ilerleme kapılarını açmadı, açmıyor işte...
Çünkü anahtarlar yanlış bir kalıba
dökülmüş, yanlış imal edilmiş...
Bize ait olan kapıyı hiçbir zaman açmamak
üzere. Kapının ardındaki ekonomik, siyasi, toplumsal, kültürel özgürlüğe ve
ilerlemeye kavuşmamız istenmiyor.
Cumhuriyet aydınları kendi köklerinin
kalıbından yeni bir düşünce sistemi yani anahtar üretmemişler, kültürel bir
varlık ortaya koyamamışlar, kısa yoldan aydın olmuşlar. Batının yaşam biçimini
kalıp olarak topluma sunarak, eserlerinde yücelterek, Cumhuriyet kadrosuna tek
çözüm yolu diye göstererek aydın olmuşlar. Ne de olsa çoğu Batıdan eğitim alıp
gelen kadro. Zihni göçenlerden...
Üstelik Mustafa Kemal’in fikir babası da
Ziya Gökalp ve Namık Kemal değil miydi?
Aradan yüzyıl geçti. Halen Batı
teknolojisine ve Batı bilimine bağımlıyız. Ekonomide, siyasette, hukukta
Batının bize dayattığı ve evrensel kabul edilen kalıplara kendimizi sığdırmaya
çalışıyoruz. O kalıplar bize uymuyor. Bağımlılığımızın devamını sağlıyor.
Hedeflenen de buydu zaten.
Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan ettiğinde
Batılıların giyim kuşam biçimini, saç, bıyık, şarap içme tarzlarını, açık
saçıklığını, şapkalarını, kadın-erkek serbestliğini taklit etmeyi ilerlemenin
ön koşulu olarak saymıştı.
Peki tüm bunları ilerleme,
çağdaşlaşma ile bağdaştıracak mantıksal, bilimsel ya da felsefi bir açıklama
yapmak mümkün mü? Tabii ki hayır.
Sözde biz onları taklit ederek
teknoloji üretecektik.
Harflerimiz değişince bilim üretecektik,
kalıplara sıkışmış olan zihnimiz özgürleşecekti.
Peki ya öyle mi oldu?
Bir gecede kendi dili ile konuşması
ve yazması yasaklanan ve kendine yabancı bir alfabe dayatılan toplum ansızın
cahil kaldı. Geçmişe dair tüm eserleri yakıldı, imha edildi. Dünya üzerinde
eşine az rastlanır bir dil kıyımı yapıldı. Yeni alfabeye alışamayanlar zulmün
kırbacı altında inim inim inledi. Birçoğu can verdi.
Tüm bu zulümleri ilerleme maskesiyle
meşru görmekten daha büyük bir cehalet var mıdır?
Japonlar kadar dilleri zor bir millet
olmamasına rağmen onlar dahi teknolojik ve ekonomik atılım yaparken geleneksel
hukuklarından vazgeçmedikleri gibi kendi dillerinden de vazgeçmediler. Toplumlarına
Avrupalıların kılık kıyafetlerini zorunlu kılmadılar, uzun zaman geleneksel
kıyafetlerini korudular. İbadethanelerine kilit vurmadılar, toplumlarının
inançlarına bizdeki gibi müdahale etmediler, sınırlama getirmediler. Şapka
takmayı kanunlaştırmadılar. Onların Batılılaşma gibi bir dertleri olmadı
bizdeki gibi.