Biz çoğu Müslümanın, çoğu dindarın, bizim
kalplerimiz ve zihinlerimiz iyi düşüncelerle dolu. İyiliği ve iyileri
seviyoruz. İyilerden bahsedildiği zaman duygulanıyoruz, iyilerden olmayı
arzuluyoruz. İyilere, onların yaşamlarına, mücadelelerine, bu din uğruna
çektikleri acılara, katlandıkları fedakârlıklara gıpta ediyoruz. Özeniyoruz
onlara…
Ölüm anının hayalini kurarken hep
iyilerin ruhlarının alınması esnasındaki muameleyle karşılaşacağımızı umut
ediyoruz, bu düşünceyle avunuyoruz. Azrail Aleyhisselamın güzel yüzlü genç bir
adam gibi bizi ötelere davet edeceği beklentisi içindeyiz.
Ahiret yolculuğumuzun menzilleri içinde
hiç cehennem yok. Cehennem silik bir düşünce olarak zihnimizin bir köşesinde
kendisine yer buluyor ancak. Hayallerimizde hep cennet ehli olmak var.
Kendimizi buna inandırmaya çalışıyoruz. Peygamberlerle, velilerle, şehitlerle,
Salihlerle kol kola, iç içe yaşayacağımız bir cennet hayali, arzusu, beklentisi
var içimizde…
Evet, iyilerden olmak istiyor, iyilerin
karşılaşacağı muameleyi arzuluyoruz. Ama gelin görün ki arzularımız,
beklentilerimiz, hayallerimiz, rüyalarımız ile yaşantımız çelişki içinde.
Söylem-amel zıtlığı yaşıyoruz. İyilerden olmak istiyor ama onlar gibi
yaşamıyoruz, yaşayamıyoruz. Günahı küçümsüyoruz, harama aldırmıyoruz, Allah’ın
yasaklarını önemsemiyor, emirlerine değer vermiyoruz.
Sözlerimize, dilimizden dökülenlere
bakanlar bizleri takva abidesi sanıyor, lakin yaşantımız karşısında şaşkınlığa
düşüyor, hayal kırıklığına uğruyor. “ Ey iman edenler, yapmadığınız şeyleri
niye söyleyip duruyorsunuz?” emri ilahisine rağmen içine düştüğümüz çelişkiler
yumağından kurtulmak için çaba sarf etmiyoruz.
Yalan söylüyoruz, yalan söylemeyi
önemsemiyoruz, yalanı ahlak haline getirdik. En ufak bir sıkıntıyla
karşılaşmamak için hemen yalana sığınıyoruz. Evde olduğumuz halde evde değiliz
diyoruz. İşimiz olmadığı halde işimiz var diyoruz. Olan bir şey için yok
diyoruz. Ve daha nice yalanlar… Eşimizi, çocuklarımızı, iş arkadaşlarımızı,
komşularımızı, dostlarımızı yanıltan yalanlarla dolu hayatımız. Ve en acısı
bütün bunları yalandan saymıyoruz, doğal karşılıyoruz.
Namaz kılıyoruz ama kuru, baştan savma,
duasız, zikirsiz, tesbihatsız, sünnetsiz, nafile yoksunu bir namaz kılıyoruz.
Namazda namaz dışında her şeyi düşünüyoruz. Namazımız basit bir şekilcilikten
öteye geçmiyor, kalplerimize huzur vermiyor, imanımızı artırmıyor, kötülükten
alıkoymuyor, münkerattan uzaklaştırmıyor, güzel ahlak sahibi yapmıyor. Allah
ile aramızda bir gönül köprüsü olmuyor, miraç olma vazifesini görmüyor
namazımız…
Günümüz, saatlerimiz boş, malayani
şeylerle geçiyor. Akşama kadar çarşı pazarda günübirlik dünyevi meşgalelerle
geçiyor zamanımız. Gecelerimiz ise başka bir fecaat… Çoğu defa bize düşman,
dinimize düşman, değerlerimize düşman, ahlakımıza düşman dizilerin karşısına
kuruluyor, gece yarılarına kadar onlarla oyalanıyor, kalp ve zihinlerimizi
onların dünyasına tutsak ediyoruz. Sabah namazına birkaç saat kala başımızı
yastığa koyuyor, çoğu defa kalkamıyor, namazı kaçırıyoruz. Uyansak da geç
uyumanın yorgunluğuyla alelacele iki rekât sözde namaz kılıp yine yatağa
düşüyoruz. Günlerimiz, gecelerimiz hep böyle geçiyor.
Okumak, tefekkür, tebliğ, irşat, ev
sohbetleri, çocuklarımıza yönelik İslami terbiye, ibadetler hep yapılmak
istenen ama sürekli ertelenen arzular olarak kalıyor.
Gündemimizde hep dünya var, ticaret var,
alışveriş var, ev, araba, dükkân, arsa var. Eşya var, koltuk, kanepe, perde
var. Akşam ne yiyeceğimiz var. Bir araya geldiğimiz zaman gündemimiz hep bunlar
oluyor.
Ticaretimizde, alışverişimizde çoktan
dürüst olmayı, yalan söylememeyi, ahlaklı olmayı, aldatmamayı bıraktık.
Çıkarımız için, ticaretimiz için her türlü sahtekârlık meşru hale geldi. Hak
yemeyi, zayıfı ezmeyi ahlak haline getirdik.
Evet, iyilerden olmayı arzulayıp kötüler
gibi yaşamayı ahlak edinenlerimiz öyle çoğaldı ki, bu durum dinimizin
geleceğini tehdit eder hale geldi.