Türkiye, Pakistan, Afganistan, Bangladeş, Yemen, Somali, Burundi, Tanzanya, Uganda, Etiyopya, Mali, Benin, Nijerya, Togo, Mısır, Kuzey Makedonya ve Gazze’ye bir şekilde et ve yardım ulaştırmak için Hindistan ve böylece uzayıp giden liste.
Bunlar Avrupa Yetim Eli, Umut Kervanı Vakfı, Yetimler Vakfı, İHO Ebrar gibi hayır kuruluşlarının bu yıl kurban organizasyonu yaptığı ülkelerden bazıları.
Tanıdığımız yüzden fazla gönüllü kardeşimizin çoluk çocuğuyla evinde kutlayacağı bayram yerine ya bir kesimhaneye ya elinde kurban etiyle Şehid Yasinler gibi varılacak kapılara ya da yoksula, mahruma, mazluma yardım için Afrika ve Asya’ya yaptığı adeta bir çıkarma harekâtı, bir seferberlik.
Gideceği yerlerin zor şartlarına aldırmadan kadın, genç, yaşlı demeden çıkılan ibretlik bir yolculuk bu. Uzun süren uçak yolculukları, vize işlemleri, bir yandan sıcak iklim, bir yandan salgın hastalık tehlikesi, bilmediğiniz bir coğrafya, alışılmayan yemekler ve daha farklı zorlukların hiçbirine takılmadan gitmek.
Öyle sıradan işler değil bunlar.
Hasan-ı Basrî, Mâlik b. Dînâr, Habîb el-Acemî, Dâvûd et-Tâî, Süfyân es-Sevrî, Amr b. Utbe, Câbir b. Hayyân, İbrâhim b. Edhem, Fudayl b. İyâz ve Şakik-i Belhî gibi dünya lezzetlerini terketmeye çağıranlara kulak verilen bir zamanda değil, memurluk yahut askerlik gibi bir zorunlu talimatla değil, karşılığında şu kadar maaş, bu kadar pirim, takdir, taltifle değil yahut gitmezsek ayıp olur, küserler filan da değil bunun motivasyonu başka bir şey.
“Güzel faaliyetler ama birileri illâ ki yapıyordur, ben kendi hayrıma, amelime bakayım” tarzındaki çok ince vesveselere galip gelen bir derdin harekete geçirmesi bu.
Tam da konforizmin, zevkperestliğin, bencilliğin, bireyselliğin, duyarsızlığın, bananeciliğin, akıl veren tembelliğin ve eleştiren çok bilmişliğin alemi kasıp kavurduğu bir zamanda abartısız velâyet ve kerâmet bu.
Hani herkesin benzer bir anısı olmuştur, hâl hatır sormak için aradığınız kişi, size şöyle demiştir: “Acaba niye aramıyor diye içimden geçiyordun ki sen aradın, Allah razı olsun.”
“Ne alâka?” diyemezsiniz. “İyi de neden ben?” diyemezsiniz.
Yaratanın başıboş bırakmadığı bir sır var ya o yüzden. Biyolojik tarafıyla değil, kemal, cemal ve ihsan yönüyle insanlığın nice mânâsı ve mertebesi vardır. Lakin insanlığın herhalde en güzel tarifi; savaşın en çetin vaktinde, kendisine yardım için giden askere, ölmek üzere olan arkadaşının “geleceğini biliyordum” sözüyle yapılmıştır.
Hz. Ali kerremallahü vechehu ne demişti: "Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük kâinat sende gizlidir."
Bu zaviyeden bakınca işin hakikati, hiç tanımadığımız kimselerin kimsesi olma çabasından ziyade kaybettiğimiz kendimizi yine kendi içimizde bir yerlerde arayıp bulmak değil midir?
Gazze’li mazlumların beklediği ama bir türlü yanlarında olmadığı kardeşleri aslında kendi kalp ve ruh coğrafyasında da bulunmaları gereken mekânlarda yokturlar. Tıpkı kimi zaman bizi beklerken gitmeyerek mescidde/camide bıraktığımızı zannettiğimiz o boşluğun, o yetimliğin, o garipliğin gerçekte içimizde büyümesi gibi.
Amerika’lı da her yerde var. Avrupa’lı da Çin’li de. Yalnız gayeleri farklı. Vicdanı diri olan az sayıdakileri istisna edelim etmesine de Allah için bir noktadan diğerine gitmek, bir hayra aracılık etmek, bir ferahlığa, bir gülücüğe vesile olmak, kelimeleri sessiz bir bakış olan o makbul dualardan almak, sonra nefs-i emmareye karşı bir şeyler kazandım diyerek gönül huzuruyla şarj olmak var ya kapitalistler bunun değerini bilselerdi çoktan kapmışlardı.
Başka ekran bu.
Başka manzara.
Göremedin mi?
Göremedik mi?