Şeytanın taraftarları daha ne kadar kötü olabilirler? Şu anda Gazze’liler temiz hava alabiliyorlar. Onları iki yıldır temiz elektrikten, alt yapıdan, sağlıktan, özgürlükten, evden, sudan, denizden, ekmekten, gıdadan mahrum ettikten sonra geriye kalan toprak, hava ve ateşten de mahrum ederler mi? Bunun üzerine de kafa yorduklarından emin olabilirsiniz.
Peki Müslüman Ülkeler, Arap Devletleri ve İnsanlık daha ne kadar seyirci kalabilir? Şu anda Gazze’lilerin her gün onlarcasının açlıktan ölümünü izliyorlar da onların birkaç atom bombasıyla bir anda toptan katledilmesine de böyle acıyarak bakıp geçer giderler mi? Hiç oralı olmayacaklarında şüphe yok.
Gazze’liler Arapların ve halkı müslüman ülkelerin şu anki ihmalkâr tutumlarını önceden tahmin etmişler midir? Bu kadarını olmasa da elbette tahmin etmişlerdir.
Yalnız, uzak ve yakın tarihi az buçuk bilen herkes, bu tür hallerde kimlerden ne bekleneceğini bilir. Fert olarak da böyledir. Zor zamanda kimin kapısına gideceğini, kimden borç isteyeceğini az çok bilmeden hareket eden var mıdır?
Gazze’liler, herhalde siyonistlerin tüm dünya siyasetini ve ekonomisini nasıl ele geçirdiklerini, halkları nasıl kendi hegemonyaları karşısında mahkûm, mecbur ve çaresiz bıraktığının herkes gibi farkındalar.
Ürdün, Mısır, Lübnan, Suud gibi sınır komşularından başlayarak hiçbir İslam ülkesinin başlarındaki rejimlerin de yöneticilerin de Gazze veya Kudüs için ABD ve işgal rejimi karşısında kendilerini tehlikeye atmayacaklarından eminler.
Peki bunu bildikleri halde direnişten yana olmanın bedelini nasıl göze aldılar.
Tabi ki sarsılmaz imanla.
İman demişken Üstad Bediüzzaman (rh), Mevlanâ Câmi Hazretlerinin (ö.1492); “yekî havâh, yekî havân, yekî cûy, yekî bîn, yekî dân, yekî kûy” sözünü nasıl açıklamıştı, hatırlayalım:
“Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir."
İbrahim as gibi tek başına bir ümmet şiarıyla sabrederken yer yer iniltisini satırlara döktüğü de olmuştur: “Yâ Rab, garibem, bîkesem (kimsesizim), zaîfem (zayıfım), nâtüvânem (çaresizim), alîlem (hastayım), âcizem, ihtiyarem, bî-ihtiyârem (iradesizim), el-aman-gûyem(aman diliyorum), afv-cûyem (af diliyorum), meded-hâhem (yardım, imdad istiyorum), zidergâhet İlâhî (Senin dergâhından, katından ya İlâhi)!”
Benzer bir kurbiyyet makamında şu anda Gazze..
İşte, bugün Gazze’linin en büyük sermayesi geçmişten bugüne imanıyla elde ettiği tecrübesidir.
Çünkü dillerinden Kudüs ve kardeşlik düşmeyen kardeşleri tarafından seksen yıldır öyle yardımsız bırakıldılar ki hiçbir hesaplarını Müslümanlara göre yapmadılar. Yoksa bunca tüneli de kazmazlardı.
Murad-ı ilahi onları tabiri caizse feleğin çemberinden geçirdi, ne kadar test varsa hepsiyle sınadı, demek ki vereceği lütuf, Hayberin ve Mekke’nin Fethi kadar, büyük olacak.
Hem buna başkasının da ortak olmasını dilemedi. Yarın kazanacakları bir zaferde hiç kimse “bizim de bunda şöyle bir payımız var” diyemez. Mevlâ, onlara Kuds-ü Şerif’i, El Aksa’yı verse, hiç kimse, onlar affedip de merhamet etmedikçe “bizim de burada hissemiz var” diyemez.
Allahu alem, yeryüzünde terör çetesinin zerre kadar korkutamadığı, geri adım attıramadığı, söz ve diş geçiremediği bir halkın yetişmesi gerekiyordu ve bunun ağır bir eğitim süreci olacaktı, kader-i ilâhi, bu vazifeye onları seçti.
Onlar için artık bombanın büyüğü küçüğü vız gelir. Tankın havalısı, fosforlusu oyuncak gibidir. Karşılarına çıkacak hiçbir ordunun da dronun da teknolojik canavarların da hiç birinin bir caydırıcı, ürkütücü tarafı kalmadı. Ağır can kayıpları, liderlerinin birer birer şehadeti, esaretler, sürgünler, evsizlik ve temel yaşam şartlarından mahrumiyeti zaten çoktan aştılar. Geriye tam aç bırakılma kalmıştı. Allah’ın izniyle onu da aşmak üzereler.
Velhasıl onlara geri adım attıracak hiçbir seçenek kalmadı.
“Hoşça kal” uluslararası maskaralık.
“Vedâan” yüz karası ucuz kınamalık.