Filistin ve
Kudüs meselesi bir asrı aşkın süreden beri İslam âleminin kanayan yarasıdır.
Kudüs sorunu bir siyasi ve coğrafi sorun değil, İslami bir dava ve meseledir.
Bir sorun doğru olarak ortaya konmadan onun çözümü de mümkün olmaz elbette.
Şimdiye kadar israil’in, laik ve ulusalcı Araplara karşı galip gelmesinin
temelinde sorunun yanlış tespiti vardır. “Kudüs Araplarındır” demek ile “Kudüs
bütün Müslümanların manevi kutsal başkentidir” demek arasında dağlar kadar fark
vardır.
Filistin, Osmanlı devletinin yıkılışından beri sorunlar yaşamış ve Siyonist
devletin kurulduğu 1948'den beri gerçek sahiplerinden arındırılma ameliyesine
tabi tutulmuştur. Dört bir yandan getirilen Yahudi göçmenlerle Filistin işgal
edilmiştir. Zorla yerlerinden, yurtlarından çıkarılan bir milletin toprakları
üzerinde kurulan gayr-ı meşru Siyonist yapı, bölgemizdeki istikrarsızlık ve
huzursuzluğun da temel nedeni olmuştur.
Emperyalist zorbalar tarafından, onların bölgedeki çıkarlarının teminatı olsun
diye kurulan bu yapının ne zamana kadar yaşayabileceğini Allah'tan başka kimse
bilemez. Ancak bu katliamcı eşkıya ve işgalcinin bu son Gazze Tufanı olayından
sonra sihri bozuldu. Doğrusunu söylemek gerekirse Aksa Tufanı, İsrail için
sonun başlangıcı olmuştur. Bütün dünya bu yapının ne kadar zalim, gayrı insani
ve barbar bir şey olduğunu gördü. Ve ‘zulüm devam etmez’ kuralına göre bu
yapının da zevali yaklaşmıştır artık. Azimli, akıllı, sebatkar ve cesur bir
avuç imanlı kahramanın eliyle bu yapının ortadan kaldıracağının belirtileri görünmüştür.
Siyonist işgal rejiminin bölgeye monte edilen yabancı bir unsur olduğunu, onu
kurduran Batılılar da çok iyi bilmektedirler. Bunun için her münasebetle
“israil'in güvenliği” söylemi öne çıkarılır. Bölgede meydana gelen her
kıpırdanma ve siyasi, askeri, ekonomik değişimlerin hepsi bu amaçla yakın
takibe alınır, gerekli önlemler geciktirilmeden alınır.
Irak'ın işgali, Sudan'ın parçalanması, Libya ve Yemen’de yıllardır süren savaş,
Suriye'de diktatör rejim ile muhaliflerin ülkeyi harabeye çeviren çatışmalarına
seyirci kalınması, hep korsan işgal rejiminin güvenliğini garanti etmek ve
ömrünü uzatmak içindir. Arap baharı süreciyle bazı önemli bölge ülkelerinde
iktidara gelen İslami akımlara operasyon düzenlenip acımasızca devrilmelerinin
yegâne amacı da buydu.
1948’den beri Siyonist yapının varlığını sürdürmesi için Batı dünyası maddi ve
manevi desteğini bir an olsun esirgemedi. Filistinlilerin başına gelmiş tüm acı
ve musibetlerden Siyonist caniler kadar onları ekonomik ve askeri açıdan kayıtsız
şartsız desteklemeye devam eden ABD ve bazı Avrupa ülkeleri de sorumludur.
Filistin dramından dolayı Allah katında en büyük vebal ise biz Müslümanlarındır
maalesef. Müslümanlar bu konuda üzerlerine düşen görevi
yapmamışlar/yapmıyorlar. Kudüs ümmetin en kıymetli manevi değeridir ve onu
özgürleştirmek her Müslüman için dini bir vecibedir.
Arap ve İslam dünyası Kudüs konusunda gerekli hassasiyeti ve çabayı
göstermemiştir. Kudüs’ün kurtarılması yerine onu satıp kurtulmanın hesabını
yapan bazı devletlerin olduğu da belli. Kimi Arap devletleri terör çetesi ile
normalleşme sürecine girdiler, diğer bazısı da kuyrukta beklemektedirler.
Kudüs’ün ‘arz-ı mevud’(vaad edilen toprak) olduğunu söyleyip
sorumluluktan kurtulmak isteyen de var… Sanki Hz. İbrahim ve soyundan İshak,
Yusuf ve Musa’ya vaat edilen toprakların varisi Siyonistlermiş gibi. Kudüs,
İbrahim’e ve Musa'ya vaat edilen toprak olsa ne değişir? İbrahim ve Musa’nın
takipçileri biz miyiz yoksa katliamcı Siyonistler mi?
Peki ABD başta olmak üzere batı dünyası terör çetesini desteklemekten ne zaman vazgeçebilir? İslam ülkeleri ne zaman güçlenir ve birlik olurlarsa o zaman… Öyle ise Müslümanları parçalayan her girişim terör çetesinin bekasından yana bir çabadır. İslam birliği için ortaya konan her gayret de terör çetesinin zorbalığını durdurmak ve Filistin'i özgürleştirmek için yapılan bir cihattır. Siyonizm ve kurduğu yapı tehlikeli/öldürücü bir virüstür ve muhakkak ortadan kaldırılmalıdır. Bu uğurda her Müslümanın elinden geleni yapması da en öncelikli dini bir farizadır.