Kur’an’da, İslam’a karşı batıl
ehlinin birliğinin ne manaya geldiğini anlamaya çalışacağız. İslam’ın evrensel
ilkeleri, önerdiği hayat anlayışı ve dünyayı imar etmede muhatap aldığı varlık
insandır. Bu manada kainatın tasarrufunun yanı sıra onu yükümlü de tutmuştur.
Konuyu Kur’an-insan ilişkisi açısından Kur’an’ın, rahman ve rahimle başlayıp
nas ile bitmesi, bu ilişkinin acıma üzere olduğunu göstermektedir.
Hayatta adalet gibi merhamete de
ilkelerden bir ilke olarak bakmak yeterli değildir. Kainatın dengesi için
adalet, sevgisi için merhamet prensibi bir ontolojik yapı gibidir. Yine, birey
ve toplum bakımından bunu, güzel huylardan bir huy ve sıradan gelen bir ahlaki
meziyet olarak değerlendirmek yetersiz kalır. Merhameti elde etmekten çok
muhafaza etmek çok daha önemlidir. Merhamet acıma manasınadır.
Ancak bunun sağlanabilmesi için
her zaman acınarak elde edilmesi mümkün olmayabiliyor. Kur’an’daki araştırmama
göre merhamet, bir yönüyle mazluma acımak iken diğer yönüyle mazlumlar adına
zalimden hesap sormaktır. Merhameti sağlamanın en önemli ayağı zalimden hesap
sormaktır.
Haşır/14. Ayeti kerimede, ehli
dalalete basma kalıp bakma uygun görülmemiştir. Onların güç paradigmasının bir
korkudan kaynaklandığını zikreder. Onların içe dönük nasıl bir ahlaki çöküş
yaşadıklarını beyan eder. Bu manada onları bazen olduğundan fazla bir aklama
kompleksine girmeyi uygun görmemektedir. Onların içine düştükleri tahalluki
tezellül durumunun, tevhidi açıdan akılsızca bir iş olduğunu beyan eder. Bir
Müslümanın olaylara totalcı mantıkla bakmasının sağlıklı bir tasavvur
olmadığını da bildirmektedir.
Ayeti kerimenin ruhunu oluşturan
bölümü, onun teolojik farklılığıdır. Ehli dalaleti cem’i sığasıyla zikrederken,
onları derli toplu zanneden ehli imana tekil olarak hitap edilmesi kafirlerin
Müminlere açtıkları savaşlarda arkasına sığındıkları güç odakları sebebiyle
toplanmış güçlerinin görünenden farklı olduğunu zikreder. Ama onların birliği,
güçlü, akıllı ve yenilmez olduğunu “sanma” kelimesini tekil zikrederek “sen
onları böyle sanırsın” denilerek bu zannın ümmetin görüşü değil kişisel bir
görüş olduğuna vurgu yapılır. Bu ümmetin görüşü olsaydı “sizler” demeliydi.
Maddi ve iktisadi açıdan ümmet düşse de topluca taakkulde bir tezellüle hiçbir
zaman düşmemiştir. Her bir kelimesi ve irabı stratejik olan bu ayetin en hassas
noktasının burası olduğu kanaatindeyim. Ümmetin değer sistemleri yerine, batı
ve doğunun batıl kültürünü öven bir kısım entelektüel yazarların bireysel
çıkışları tam da bu manada değerlendirilmeli. Bu görüşler ümmeti temsil etmeyen
münferid çıkışlardır. Hamd olsun, ümmet en zayıf olduğu zamanda bile bunları
ayıklayacak güçte olduğunu göstermektedir.
Bu manada, tezekkür, tedebbür, tefekkür ve taakkül mefhumlarının birbiriyle
olan alakalarını biraz izah etmek istiyorum. Bu değerler arasında akıl
kelimesini kısaca izah etmeye çalışalım. Ta ki bu entelektüel kesimin
görüşlerinin ümmetin değil bireysel görüşleri olduğunu, bunun için müfred
olarak zikredildiğini anlayalım.
Tezekkür daha önce var olan bir
hakikati hatırlamaktır. Tedebbür, daha olmamış bir olaya karşı temkin ve tedbir
almaktır. Tefekkür, kişinin içinde bulunduğu anda bir düşünce üretip inşa
etmektir. Akıl, bir şeyi bağlamak demektir. Teakkül de, tezekkür, tefekkür ve
tedebbür arasında sağlıklı bir bağlantıyı sağlayabilmek demektir. Bu bağlantıyı
kuramayanlara “Onlar bu manada aklını kullanmayan bir kavimdir” Haşr/14.
Akıl kelimesinin isim yerine fiil
olarak gelmesiyle, onlara akılsız demiyor. Akılları oldukları halde akıllarını
kullanamayanlar olduklarını buyurması çok manidar. Demek ki ehli dalaletin
ümmete karşı birlikte hareketi bizi şaşırtmamalı. Onlarda kalbi birliktelik
yoktur. Onları birlikte gören bir göz ise, ümmetin gözü değildir.
Ehli dalaletin ruhunda birlik
yok, onlarınki maddi ve arızi bir güç birlikteliğidir. Bizim birlikteliğimiz
ruhi, ayrılıklarımız arızidir. Onları birlik içinde görmeyi ayet
onaylamamaktadır. Hulasa; ehli dalaletin birlikleri kalbi değil, menfaate
dayalı arızi bir birliktir. Müminlerin birlikteliği ruhi ve aslidir, ayrılığı
arızidir. Bu manada ayeti kerime onların akıllarını kullanmayan bir kavim
olduğunu beyan etmektedir. Burada ümmete düşen şey, maddi ve manevi güçlerini
birleştirmesidir.
0 yorum