“Filistinlinin elinden silahını almak, ruhunu almak demektir.”
Filistin halkı, yaklaşık bir asırdır devam eden işgal, toprak gaspı, sistematik katliamlar ve ardı arkası kesilmeyen sürgünlerle karşı karşıyadır. Kadın, çocuk, yaşlı demeden bir halkın bütün olarak maruz kaldığı bu zulüm karşısında, uluslararası kurum ve kuruluşlar kayıtsız kalmış; iki milyarlık İslam ümmeti ise bu soruna kalıcı bir çare bulamamıştır. Dahası, küresel güçler mazlum Filistin halkının hukukunu savunmak bir yana, işgalci Siyonist rejimle işbirliği yaparak bu zulme ortak olmuştur.
İslam kardeşliği ve aynı ırkın mensubu olmalarına rağmen, Arap ve Müslüman yönetimler, Filistin halkının derdine derman olamamış, kardeşliğin gereğini yerine getirmekte aciz kalmışlardır. Yıllarca Arap halkının ortak davası sayılan ‘Filistin Davası’, ne yazık ki, işgalci Siyonistler kadar Arap yöneticilerin de ihanetine, ulusal çıkar ve menfaat politikalarının kurbanı olmuştur.
Bu tükenmişlik tablosu, Filistin halkını kendi hakkını, kendi öz iradesi ve gücüyle savunmaktan başka bir çare bırakmamıştır.
İşgale ve talana karşı Filistin halkının kendi öz iradesiyle başlattığı Birinci İntifada (Taş İntifadası), 8 Aralık 1987’de patlak verdi ve altı yıl sürdü. Bu direniş, tanklara ve füzelere karşı çıplak ellerle, en ilkel silah olan taşlarla verilen bir mücadeleydi. Bu mücadeleyi bizzat sahada yürütenler çoğunlukla çocuk yaştaki Filistinlilerdi. Onların karmaşık silah ve planlara ihtiyacı yoktu; her yerde buldukları taşlar ve yüreklerinde yıllardır biriktirdikleri “öfke” onlara yeterliydi. Okuldan çıkan birkaç çocuğun bir araya gelerek Siyonist işgalcileri taşlaması, direnişin en doğal ve saf haliydi.
Bu mücadele, başlangıçta sol, ulusal ve milliyetçi söylemlerin ötesine geçerek, Müslüman Filistin halkının doğal ve tabii tercihi olan İslami bir direniş biçiminde sahneye çıktı. Birinci İntifada, Siyonist rejime büyük bir şok dalgası yaşattı ve birçok plan ile projeyi akamete uğrattı.
Birinci İntifada’yı, yedi yıl aradan sonra başlayan İkinci İntifada (El-Aksa İntifadası, 2000-2005) takip etti. Bu süreçte direniş, nitelik ve nicelik olarak büyük bir dönüşüm yaşadı.
Taşlar; sapanlara, ardından daha sistemli silah ve füzelere dönüştü.
Ferdi olarak başlayan eylemler, zamanla organizeli, planlı ve programlı stratejilerle halka mal edildi.
Direnişin sesi, dar sokaklardaki kamplardan meydanlara ve uluslararası kamuoyuna taşındı.
İntifada, zamanla siyasi, ekonomik, askeri ve medya gücü dâhil olmak üzere, bir insan misali uzuvları gelişmiş, güçlenmiş ve kâmil bir bünyeye dönüşmüştür. Taş atan ellerin yerini, daha sistemli ve karmaşık silahlar üreten ve uygulayan bir sistem aldı. Sahada, havadan, denizden ve karadan komplike operasyonlar yapabilecek imkân ve kabiliyete ulaşıldı.
Bu evrimin son aşamaları Kudüs’ün Kılıcı Operasyonu (2021) ve en nihayetinde Aksa Tufanı Operasyonu’na (2023) dönüştü. Siyonist işgalci, artık karşısında sadece taş atan çocukları değil, kendisini sürekli yenileyen, gelişen ve büyüyen örgütlü bir güç buldu. Bu güç, Siyonist işgalcinin kendi imkânlarıyla değil, ABD ve diğer suç ortaklarıyla dahi baş edemeyeceği bir seviyeye gelmiştir.
Filistin halkı, işgalin ancak kendi irade ve gücüyle kırılabileceğini, bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının yolunun silahlı direnişten geçtiğini acı tecrübelerle idrak etmiştir.
Bu saatten sonra Filistin halkının silahını teslim etmesi, direniş ve mücadeleyi bırakması mümkün değildir. Ne pahasına olursa olsun geri adım atılmayacaktır. Zira İslami Mukavemetin liderlerinden Halid Meşal’in de ifade ettiği gibi Silah, Filistin halkının ruhudur… Ve ruh, ancak ölümle bedenden ayrılır.