0

Küçük bir kızdım, yüzümden gülücükler eksilmezdi. Şirindim, miniciktim… Kâh bahçede koşardım kâh kapımızın önünde oynardım… 


Günler böylece hızlıca akarken ben beşinci yaşımı bitirmiş altıncı yaşıma basmıştım. Bir gün bahçede oynarken annem geldi. Önce en güzel elbiselerimi giydirdi. Sonra güzelce süsledi beni, ama bilmiyordum niye! Meğer babam bekliyormuş kapının önünde, dayımlara misafirliğe gidecekmişiz beraber… 

Peki, annem niye bizimle gelmiyordu, neden ağlıyordu benim arkamdan? Babama da soruyorum ama cevap vermiyor babam. Kimse bir şey söylemeyince ben de eğdim başımı, yürüdüm babamın ardı sıra. Ama bir tuhaflık var bu işte. Babam dayımın evinin yolunu unutmuş galiba; Mekke dışına çıkıyoruz yürüdükçe. Issız çölde kimin evi var, kim yaşar ki çölde? 

Babam hâlâ yürüyordu ben de arkasından yürüyordum sessizce. Sonra babam durdu ama dayımın evi yoktu burada. Aslında çevrede tek bir ev bile gözükmüyordu. Sadece sıcak çöl kumları sıkıcı rüzgârla savruluyordu. Peki, niye gelmiştik buraya, eve neden dönmüyorduk? Babam neden uzaktaki küreği almış toprağı kazıyordu? Bu çölün ortasında bu çukuru babam ne yapacaktı? Yoksa bu çukur benim mi yerimdi? Babam benim mezarımı mı hazırlıyordu gözlerimin önünde? Ben mi gömülecektim şu kazılan çukurun içine? Hayır, babam beni seviyordu, beni öldürmezdi. Babam beni komşumuzun kızlarına yaptığı gibi boğmazdı, bunu yapamazdı küçücük bebeğine, ciğerparesine… 

Kalbim hızla atmaya başlamıştı babam toprağı kürekle kazarken. Sanki babam küreği her kaldırdığında içindeki toprağı kalbimdeki baba sevgisi üzerine döküyordu. O an yalvarmaya başladım… 

Konuşuyorum, çırpınıyorum ama babam benim tek bir sözümü bile duymuyor. Ben onun canı, ciğerparesi değil miydim, kızıydım, peki bu mezar ne? 

“Baba hani beni seviyordun, o zaman neden mezarımı kazıyorsun, niye beni diri diri gömüyorsun söyle? Yoksa artık beni sevmiyor musun, benden nefret mi ediyorsun baba? Ama ben seni seviyorum hâlâ. Baba söz veriyorum bir daha yaramazlık yapmayacağım. Ama sen beni gömme. Beni böceklere yem etme.” Konuşuyorum ama babam tek bir kelimemi duymuyor cevap vermiyor bana. 

“Baba ben sana ne yaptım Allah aşkına?” 

Babam duymazken beni annem aklıma geldi. Babam önümde mezarımı kazarken annem gözümün önünde canlanıverdi. Şimdi anlıyordum annemin niye ağladığını. Annem benim hâlime ağlıyormuş, ben ne edeyim? Koşup sarılayım anneme, kurtulayım ölümden. Belki kurtulurum mezarımı hazırlayan babamın öfkesinden, nefretinden. Koştum, anneme doğru; Mekke’ye doğru. Ölümden hayata koştum ama babam yakaladı beni. Saçlarımdan tuttu, çekti. 

“Bırak baba, beni öldürme. Topraklar içinde nefesime son verme. Baba ben küçük bir çocuğum beni canlı canlı gömme.” Ben konuştukça çoğalıyor başıma dökülen, ağzıma ve kulaklarıma giren topraklar ne çare. Ve yatırıldım toprağa! Yığınla üzerime döküldü kumlar, topraklar… Bağırmaya çalıştım ama nefesim kesildi. Boğuluyordum, gözlerimden akan yaşlar çamura dönüşüyor, ağzım, kulaklarım toprakla doluyor, saniyeler tükenmiş ölüme gidiyordum… 

Gözlerime batan kum tanelerine rağmen gözlerim büyümüş, minik bedenim ezilmişti mezarın içinde. Son nefesimi vermeden bir nur gördüm sonra ilerde. Öyle bir nur ki gözlerime giren kumlar dahi engel olmuyordu o nuru görmeme. O nurun içinden bana uzanan eli fark ettim sonra. Bana uzanmıştı el, elimi verip kurtulayım diye. Son gücümle, takatimle elimi uzattım. Tuttum bana uzanan eli. “Muhammed” diye bir ses duydum; bana uzanan el beni çekerken. Rahat bir nefes alıyordum şimdi. Yeryüzüne çıkmıştım, toprağın içinden çıkıp derin bir nefes almıştım. Hem kurtulduğum için sevinçten ağlıyor hem duyduğum ‘Muhammed’ sesini düşünüyordum… 

Kimdi beni yerin dibinden çıkaran? Kimdi beni diri diri gömülmekten çekip alan? Muhammed miydi yoksa benim hayatımı kurtaran? 

Çevreme baktım burası gömüldüğüm çöl değildi. Kâbe vardı önümde ama etrafı putlarla çevrili değildi. Baktım önümde duran zata, ne de güzeldi. Ne güzel bir siması ne güzel bir tebessümü vardı. Yoksa bu Muhammed miydi? Beni topraktan çekip alan bu sevgili miydi? Dedi ki o sevgili: 

“Ben Allah’ın gönderdiği son elçi Muhammed’im. Allah’ın izniyle senin gibi diri diri gömülen küçük kızları kurtarmaya geldim.” 

Dedim “Hoş geldin Ey Nebi, sefalar getirdin! Ya Habibi, sen kurtardın bu canı. Şimdi lütfen al, bu can sana hediye…” 


Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *