0

 

Küçük bir kızdım. Tatlı, şirin ve minik bir kız… Eksilmezdi yüzümdeki gülücükler. En çok babamı severdim o da beni.

Aradan günler geçmiş ve ben daha yeni beş yaşımı bitirip, altıncı yaşıma girmiştim. Bir gün babam tuttu elimden. Beni dayımlara götürecekmiş bilmem neden? Eğer dayımlara gideceksem o zaman neden ağlıyor annem? Sorduğumda anneme, dedi ki “kızım seni özleyeceğim”. Ben de dedim ki “anne merak etme, hemen döneceğim”. Sonra babamla birlikte geçmeye başladık Mekke sokaklarını hemen. Ama galiba babam dayımların yolunu unutmuş çünkü Mekke dışına çıkıyoruz bilmeden. Ben de yoruldum sordum babama “baba, nereye gidiyoruz hem yoruldum ben”. Cevap verdi babam başını öne eğerek “az kaldı, biraz daha dayan sen”. Az kalan yol bitmek bilmedi, kalmadı Mekke evleri çünkü sıcak kumlar rüzgârla uçuşuyordu önümüzde. Ne dayımın evi, ne bir Mekkelinin evi yoktu görünürde. Evet, evet kesin babam yolu karıştırmıştı. Ama niçin dönmüyorduk eve? Böyle düşünürken bir kürek çarptı kumlar üzerinde gözlerime. Kim koymuştu ki bu eski küreği kumlar üzerine? Ya da neden babam alıp küreği kazmaya başlamıştı toprağı kendi kendine? Az sonra baktım bir mezara dönüşecek bu kumla çevrili küçük delik büyüdükçe. Korktum. Yoksa babam bana, diğer amcaların kız arkadaşlarıma yaptığı gibi mi yapacaktı, küçücük bebeğine? Ama babam beni seviyordu, yapmazdı bunu ciğerparesine. Yoksa o kötü amcalar mı kandırmıştı babamı, beni gömsün diye?

Babam her kum yığınını kaldırınca kürekle sanki yere dökmüyordu o toprağın hepsini döküyordu yüreğimdeki baba sevgisi üzerine. Yalvarmaya başladım sonra sevgili babama “baba ne olur beni öldürme. Oysa ben daha küçüğüm ve zarar vermedim ki hiç kimseye. Eğer bir zararım dokunmuşsa birine, bir yaramazlık yapmışsam fark etmeden evde, özür dileyeyim hemen öyleyse. Ben de yaşamak istiyorum baba, niye alıyorsunuz bu hakkımı elimden haksız yere? Baba ben sana ne yaptım söyle? Bir şey mi kırdım, döktüm affet öyleyse. Baba korkarım karanlıktan hem böceklerde var o çukur içinde. Koyma yavrunu oraya, yem etme böceklere.” Ancak duymuyordu babam benim tek bir sözümü bile. Niye? Ben onun canı değil miydim, hani onun kızıydım sözde. “Hani baba her eve geldiğinde atlardım boynuna “hoş geldin” derdim ya her demde. Unuttun mu babacığım hep söylerdin “kızım seni seviyorum” ben de derdim “ben de seni seviyorum babacığım ve hep seveceğimde”. Yoksa baba artık sevmiyor musun beni ama ben hâlâ seni seviyorum, sen beni sevmesen de. Baba söz veriyorum, artık yaramazlık yapmayacağım yeter ki sen beni gömme.” Fakat hayır, işittiremiyorum tek bir sözümü babama, mezarımı hazırlayan kimseye.

Sonra annem geldi aklıma babam mezarı mı hazırlarken hemen önümde. Neden ağladığını şimdi anladım ve ben de ağlamaya başladım zaten ağlıyordum şimdiye kadar babama derdimi anlatayım diye. Arkamı döndüm, Mekke’ye baktım, annem canlandı gözlerimin önünde. Ona doğru koştum ama biri tuttu saçlarımdan, kanattı yüreğimi ve attı beni kazılan çukurun hemen köşesine. Az kalsın düşecektim çukurun içine. Babamdı beni bir eşya gibi kenara atan ama bakamıyordum babamın gözlerine. Çünkü hiç görmediğim kadar sinirliydi babam ben mi bir şey yapmıştım da sinirlendirmiştim babamı, ama ne yapmıştım ki babam sinirlensin öyle. Benim gözlerim ise ağlamaktan şişmişti biçare.

Son dakikalarımdı, son kez baktım gökyüzüne. Az sonra atılacaktı üzerime hak etmediğim sıcak çöl kumları üst üste. “bırak baba, son verme nefesime. Ben daha küçüğüm niye beni boğuyorsun yerin dibinde?” Yine hayır. Duymuyor babam beni bir kere bile. Razı oldum sonra Rabbimin verdiği emre. Çünkü elden gelmez çare. Ve itti babam sonra beni o korkunç yere. Çırpındım, bağırmaya çalıştım üzerime atılan kumlara rağmen bütün kuvvetimle. Ancak baş edemedim her yerimi dolduran kum ve toprak yığınları ile. Son kez “baba” dedim tüm gücümle. Ama babam yine duymadı, yine.

 

Kapkaranlık toprak altında bir nur deryası ile karşılaştım, şaşırdım “bu da ne”. Bir el uzandı toprağın içinden elimi vereyim diye. Bütün gayretimi toplayarak son takatimle uzattım elimi, bana uzanan ele. Ve çekip aldı beni o el karanlık toprak içerisinden yeryüzüne. Yeryüzü bir başkaydı, gömüldüğüm yer değildi burası çünkü arkamda duruyordu Kâbe. Ve putlarda yoktu Kâbe çevresinde. Her bir put parçalanmıştı nefretle. Sonra beni toprağın altından çekip alan kişiye baktım sevinçle. O da bana tebessüm ediyordu nur yüzüyle. Nurdan parlıyordu ve mis kokuyordu hem de. Kimdi bu sevgili, kimdi bu habibi, sarılayım boynuna teşekkür edeyim binlerce. Ve dedi o nur “ben Allah’ın gönderdiği son nebi, son elçi Muhammed’im. Allah beni gönderdi senin gibi diri diri gömülen kızları Allah’ın izniyle kurtarayım diye.” Dedim “Hoş geldin, hoş geldin, sefalar getirdin Ya Nebi, Ya Habibi sen kurtardın bu canı toprak altından. Al bu can sana hediye.”   

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *