Yaratılan her canlıyla
beraber onun yaşamını sürdürüp gelişmesini sağlayacak olan ortam ve iklim de en
dakik bir tarzda yaratılmıştır. Denizde, karada yaşam süren her canlı ancak o
kendine has yerde yaşamını sürdürebilir. Bu ilahi takdirle belirlenmiş durumu
değiştirmek tehlikeli sonuçlar doğurur elbette. Bilim, teknoloji ve iletişim
asrı denilen şu zamanda insan kendi fıtratını ve ona uygun olarak yaratılmış
ortamı bozmakla yetinmedi, bütün bir diğer canlıların yaşadığı ortamı bozacak
icraatlara da yeltendi. Kur’an bu olguya fesat ve fitne adını vermiş ve buna
karşı durmanın gerekliliğini ifade etmiştir. “Fitne ortadan kalkıncaya ve
din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık
zalimlerden başkasına saldırmak yoktur” (Bakara,193)
İnsanın
biyolojik yaşamı için dizayn edilmiş olan dünyadaki ekosistem tek başına insanı
mutlu ve başarılı kılmaya yetmez. İnsanoğlunun özündeki yetenekleri ortaya
çıkarıp geliştirebilmesi için manevi değerlerin oluşturduğu, şekillendirdiği bir
ortamın varlığı şarttır. Yüce yaratıcı bu ortamı oluşturacak değerleri vahiy
yolu ile bizlere iletmiştir. Evet insanı mutlu edecek bir hayatın gerçek ve
güçlü değerlere dayanması kaçınılmazdır. İyi bir toprağa ekilmemiş bir tohum
iyi ürün vermediği gibi, iyi bir ortamda yetişmeyen insan da verimli, faydalı
bir insan olamaz. Tohum için toprak ne ise insan için de hayat sürdüğü aile,
toplum ve çevre odur. Çevre, bir şeyi üreten kalıp gibidir
ve İbn-i Haldun’un ifadesiyle insan çevresinin ürünüdür. Dolayısıyla
insan eğitimi ve gelişimi konusunda ailenin, toplumun ve sosyal yapıyı
oluşturan öğelerin nasıl şekillendirilmesi gerektiği işin asıl meselesidir.
Bugün bizler
insanın hayat sürdüğü alanları İslam’a göre nasıl şekillendireceğimizin
muhasebesini çok iyi yapmak ve bu ağır yükü taşıyacak olan enerji ve
birikimimizi hat safhada güçlü tutmak mecburiyetindeyiz. İslam’a göre güçlü
olmanın, güç biriktirmenin hedefi bellidir. İnsanları şerlerden ve fitnelerden
korumak gücün, güçlü olmanın temel ödevidir. Bunu becermek ve başarmak için ne
sadece maddi ne de manevi birikim yeterli olmaz elbette. Mananın, ahlâk ve
erdemin egemenliğindeki maddi güç doğru iş görebilir, güzel sonuçlar
sağlamamıza yardımcı olur. Hem tarihi tecrübe hem de günümüzün yaşanan
tecrübeleri maddi gücün tek başına doğru bir sonuca ulaştırmada yeterli
olmadığını göstermektedir. Başta Peygamber efendimiz(sav) ve diğer bütün
peygamberlerin mücadelelerine baktığımızda bu hakikati ayan beyan
görebiliyoruz. Kısaca söylemek gerekirse maddi ile manevi olanın dengesini
yakalamak çok önemlidir. Aksi takdirde maalesef bugünkü yaygın ifadeyle
mücahidin müteahhide dönüşme tehlikesinden emin olunamaz.
İslam; mükemmel
bir yapıda yaratılmış ve mükemmel bir ortamın kendisi için yaratıldığı
insanoğlunun saadetini sağlayacak olan yegane dindir. Bütün bir hayatı kapsayan
muhtevasıyla bu yüce dini sadece bazı ibadetlerin ifa edilmesinden ibaret
saymak cehalet değilse kasıt ve düşmanlıktır. İslam’ın, sosyal, politik ve
ekonomik hayattan, ortamdan arındırılması şeytani oyunların en tehlikelisidir.
Sekülerizmin ürünü olan bu düşünce ve plan sapkınlıktan ve dinsizlikten de
beter bir tehlikedir. Şu zamanda, bir taraftan İslam’ın hayat için sunduğu
saadet ilkelerini çağdışılık, gerilik olarak gören, diğer yandan bu dinin bazı
ibadi emirlerini yerine getirip kendilerini en doğru Müslüman zanneden
insanların çokluğu işin vahametini anlamaya yeter de artar.
Her hal-ü karda insanı huzura kavuşturacak yegane din İslam’dır ve İslam’ı yaşanır kılmak, onun şekillendirdiği bir ortamı kurup korumak en kutsal sorunumuzdur. Hayatın her noktasını İslam’ın sunduğu nur ile aydınlatmak ve karanlığı yayan odakları etkisiz kılmanın mücadelesini sürdürmek en öncelikli ödevimiz olsun inşallah. İnsanlık için İslam’dan başka bir kurtuluş yolu yoktur. Hz. Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi: “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder”. Ve İslam’ın öngördüğü bir insan ve nesil ancak vahyin sınırlarını belirlediği bir aile ve çevrenin oluşturulmasıyla mümkün olabilir vesselam.