İhvan Teşkilatının İslam Dünyasında
oluşturduğu kültürel zeminden beslenen Müslümanların, belki de okuduğu ilk
cümle; “Bugün beşeriyet korkunç bir uçurumun kenarına gelmiş duruyor”
şeklindeki, Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” isimli kitabının girişinde yer
alan sözleridir.
Sonra bütün izmlerin İslam
karşısında nasıl iflas ettiği, esasında bu uçurumun en temel sebebinin izmlerle
ifade edilen doktrinler olduğu da ifade edilir. Ve gelinen nokta bir yol ayırımıdır.
Yolların ayrıştığı bu noktada, İslam’ın
hak davasının parladığı, diğer sistemlerden farklı olduğu, davanın gerçekliği
kadar, hedefe varmak için başvurulan yolların da hak olması gerektiği hususu,
serdedilen sözler arasına serpiştirilmiştir.
Gerçekten de söz konusu edilen husus,
koskocaman idealleri teşkil ediyordu. Bu sözlerden müteşekkil cümlelerin bizde
hâsıl ettiği heyecanın, başta İslam Dünyası olmak üzere bütün yerkürede
yankılanması gerekiyordu. Aslında bahsettiğimiz heyecan bir nebze gerçekleşti.
Fakat İslami devletin teşekkülü açısından gerçekleşmesi beklenen gelişmeler,
Mısır veya diğer coğrafyalarda, istenilen düzeyde olmadı.
Bu durum, ideallerimizle yaşadığımız
gerçeklikler arasında bir uyumun olmadığını göstermek açısından önemlidir. Aslında
ideallerimiz çok büyüktü. Resulullah (sav)’ın Medine’de teşekkül ettirdiği
Şehir Devleti’nin, kısa bir süre sonra Mekke’nin fethi ile taçlanması ve Raşit
Halifeler döneminde bir fişek hızı ile yayılması gibi ümitler yeşertmiştik.
Fakat çok kısa bir süre sonra, özellikle
Emeviler zamanında çeşitli politik oyunların sahnelenmesi ve asabiyetin cahili
tezahürlerinin fikri yapıda hayatiyet bulması neticesinde, ideallerimizden
uzaklaşır olduk. Belki Ömer bin Abdülaziz zamanındaki gibi kesik kesik de olsa,
eski ihtişamlı günlerimize döndüğümüz oldu ama bu dönemler çok kısa sürdü.
Asabiyetin bir başka versiyonu olan
saltanat, kurduğumuz tüm devlet teşekküllerinin temelinde daima yerini buldu.
Avam tabakasında yaşanan tertemiz İslami yaşantı, saraylarda kirleniyordu.
Maalesef tarih, saraylardaki debdebeli yaşantı ve Bizans oyunlarını
kaydediyordu. Onun için avamın tertemiz imanından tezahür eden İslami yaşantı
ya kayıtlara girmedi ya da saraylara nazaran sönük kaldı.
Günümüz İslamcıları, “İslam’ın Altın
Çağı” denilen o ilk neslin gerçekleştirdiği idealler ile hayatın gerçeklikleri
arasında sıkışıp kalmaktadırlar. Çeşitli argümanlar geliştirip, bu vesilelerle
hizmet etmek gibi bir dertleri vardır. Ancak İslam’ın parlak hakikati, bu
hizmet yollarına sirayet ediyor mu, orası biraz muğlak.
Mısır’da seçimleri kazanan İhvan ve
Cumhurbaşkanı Mursi’nin akıbeti, hayır veya şer eksenli olarak değerlendirilmek
üzere hepimizce malumdur. Mısır’lı İhvan yetkililerine laiklik tavsiyesinde
bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ise dindar çevrelerden uzaklaşma pahasına
pragmatist yaklaşımları müşahedelerden kaçmıyor.
Öyle ki; Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomik
değerlendirmeler yaparken, turizm ve dizi sektörü başlıklarını “Dolar” bazında
öyle bir açıklıyor ki, bu iki ekonomik değerin ahlaki erozyon açısından nelere
sebebiyet verdiğinden hiç dem vurmuyor.
Ekonomik kazancın dini, imanı, mezhebi
önemli değilse, bizlerin bu hayat imtihanında neyi ne kadar kutsayacağımız
hususu, 2023 yılı “Yeniden Değerleme Oranı” bazında önemsiz kalıyor. Avam veya
saray, hepimiz bir imtihan dünyasındayız.