İstanbul Büyükşehir Belediyesinde yaşanan yolsuzluklara yönelik operasyon gerçekleştirildiğinde herhalde en az şaşıran kişi hedefteki Ekrem İmamoğlu idi.

Aslında operasyon beklentisi CHP içerisinde yüksek sesle dillendirilmeye başlanmıştı.

Bazıları Esenyurt Belediyesine yönelik “terör soruşturması” sonrası, Beşiktaş ilçesinde belediye başkanı Rıza Akpolat’ın da tutuklanması ile sonuçlanan yolsuzluk operasyonunu, İmamoğlu için de geri sayımın işareti olarak okumuştu ki, çok da haksız sayılmazlardı.

Bu arada İmamoğlu’na yönelik suçlamalarda bulunanların neredeyse tümünün CHP içerisinden olduğu iddiaları “pasta paylaşımı” tartışmalarını beraberinde getirdi.

Aslında bu olay eski bir yolsuzluğun da yeniden gündeme gelmesine neden oldu.

90’lı yıllarda yine İstanbul Belediyesi CHP’nin devamı olan SHP’nin elindeydi ve şehirde ciddi bir içme suyu sıkıntısı vardı.

İstanbul’un su sorunuyla ilgilenmesi gereken İSKİ’nin başındaki isim olan Ergun Göknel ismi tam da o sırada bir skandal ile gündeme geldi. Göknel’in paravan şirketler üzerinden ihaleler alarak büyük paraları zimmetine geçirdiği ortaya çıktı.

Skandalı ortaya çıkaran ise Göknel’in boşandığı eşiydi. Boşanmak için Ergun’un eski eşine ödediği para üst düzey de olsa bir memurun yıllarca çalışmasına rağmen kazanamayacağı miktardaydı.

Neticede kamuoyu baskısı ve parti içi çekişmeler soruşturma açılmasına neden oldu ve sonuçta tarihe “İSKİ yolsuzluğu” olarak geçen büyük bir yolsuzluğu öğrendi kamuoyu.

Bu mesele o kadar rahatsız edici oldu ki, ilk seçimde SHP belediyeyi kaybetti ve başkanlığa Recep Tayyip Erdoğan geldi.

Erdoğan’ın ve onun işaret ettiği kişilerin uzun süre İstanbul’da kazanmasının belki de en büyük nedeni İstanbul’un su sorununa çözüm getirmeleriydi.

Erdoğan’ın İstanbul’un başında olması “beyaz Türkler”i her zaman rahatsız etti ve ilk fırsatta hakkında soruşturma açtılar. 1997’de Siirt’te okuduğu bir şiirden yola çıkarak “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçlamasıyla cezalandırıldı Erdoğan. Şiirin Ziya Gökalp’e ait olması da önemli değildi.

“Siyasi hayatı bitti” manşetleri atıldı, “Muhtar bile olamaz” diyenler oldu.

Neticede başkanlığı bıraktı Erdoğan ve 1999’da cezaevine girdi.

Bundan 26 yıl sonra yine bir İBB başkanı cezaevine konuldu; ama suçlama rüşvet, yolsuzluk, irtikap…

Erdoğan yargılanırken ve cezaevine girdiğinde 28 Şubatın etkileri yoğun bir şekilde hissediliyordu. Devletin her tarafında yolsuzluk tartışmaları vardı ve ülke adım adım büyük bir krize sürükleniyordu. Hükümet memur maaşlarını ödemekte zorlanıyor, bankaların içi boşaltılıyor, ucu bakanlara kadar uzanan “Beyaz enerji” soruşturmaları yapılıyordu.

İmamoğlu’na yönelik suçlamalarda da yine CHP’liler olmasına rağmen, operasyon gerçekleştiğinde “Erdoğan devlet gücüyle rakibini tasfiye ediyor” iddiasını ortaya atıyor CHP yönetimi ve medyası.

Elbette Erdoğan fırsatı değerlendirmiş ve önüne gelen imkanı tepmemiş olabilir; ama CHP’nin hükümeti ve yargıyı hedef almadan önce parti içinde bir soruşturma yapması gerekmiyor mu?

Neden hiçbir CHP’li suçlamalarda geçen devasa yolsuzluk ve rüşvet iddialarına hiç cevap vermiyor?

Meselenin tümüyle siyasi alana çekilmesi muhtemelen arkası gelecek başka yolsuzluk operasyonlarına karşı bir ön hazırlık, bir ön savunma mı?

Yoksa CHP içerisinde Ekrem İmamoğlu sonrası boşalan alanda yer kapma mücadelesinin ancak böyle siyasi mesajlar ve duruşlarla elde edilebileceğine mi inanıyorlar?

Her şey bir yana yaşananlar maalesef bizi şöyle bir gerçekle bir daha yüzleştirdi.

Herkes kendi hırsızına sahip çıkıyor, başka hırsızlıkları görüyor.

Herkesin adaleti sadece kendi hesabına çalışıyor.