Mu’ab Bin Umeyr’den bahsediyorum. Her
dindar gencin tanıması, rol model alması gereken, gökteki en nadide
yıldızlardan biriydi o.
Mus’ab gerçekten erdemden, vicdandan,
adaletten, özgürlükten, ahlaktan birazcık nasibi olan herkes tarafından
hayranlıkla takdir edilen büyük bir Allah dostu, Resulullah’ın en fedakâr
yarenlerinden biridir. İmanı, dini, değerleri, davası için her şeyinden feragat
eden büyük bir kahramandır.
O Mekke aristokrasisinin en gözde
gençlerinden biriydi. Mekke sosyetesinin gözdesiydi. Sermayedar bir ailenin
çocuğuydu. Yakışıklılığı, çekiciliği, şiirsel kabiliyeti, güzel konuşması ile
dillere destandı. Ahlak, iman ve hayânın olmadığı, gayri meşru ilişkilerin
hoşgörüyle karşılandığı cahiliye Mekke toplumunda adı genç kızların yüreğini
titreten biriydi. En pahalı elbiseleri giyer, en pahalı yemekleri yer, herkes
tarafından el üstünde tutulurdu.
İşte böyle bir adam olan Mus’ab imanı
için her şeyden vazgeçti. Davası, inancı ve değerleri uğruna ayakları altında
serili olan bu göz kamaştırıcı dünya nimetlerini elinin tersiyle iterek
işkenceyi, açlığı, yoksulluğu, dışlanmayı, muhacereti seçti. Her şeyini
kaybetti. Onu el üstünde tutan ailesi, dostları, arkadaşları, Mekke’nin
kalburüstü sınıfı onu hain ilan ederek her türlü baskı ve zulmü reva gördüler.
Öyle ki hayat ona zindan oldu. Öz yurdu ona dar edildi. Perişan bir şekilde
yabancı diyarlara göç etmek zorunda kaldı. Toplumun en zengin sınıfına
mensupken toplumun en yoksul kişileri arasına girdi.
Ama inancı, değerleri, davası,
insanlığın kurtuluşu uğruna katlandığı bu zorluk ve musibetlerden ötürü asla
üzülmedi, karamsarlığa kapılmadı, pişman olmadı. Kendini, varlığını mazlum
halkların özgürlük ve kurtuluşuna adadı. Zalim, zorba güçlerle, sömürgeci
sermayedarlarla, müşrik putperestlerle son nefesine kadar savaştı. Savaş
meydanlarında bir fırtına gibi esti. Yüce İslam’ın, aziz Peygamberin sancaktarı
olma şerefine nail oldu. İnsanlığın yüce erdemlere ulaşabilmesi, karanlıklardan
aydınlığa çıkabilmesi için yağmur gibi yağan acılara göğüs gerdi. Uhud’ta,
savaş meydanında şehit olunca o kadar yoksuldu ki üzerinde doğru dürüst bir
elbise bile yoktu. Bir kefene bile sahip değildi. Öyle ki o mübarek vücudunun
yarısı otlarla örtüldü. Onun bu yoksulluğu, mazlumiyeti, fedakârlığı karşısında
yüce peygamber bile gözyaşlarını tutamamış, ağlamıştı.