Bizi biz yapan, ayakta tutan, değerli
kılan, değerlerine bağlayan, birliği sağlayan en önemli kurumdur aile yapımız.
İslam ve peygamberi bu kurumu ayakta tutmak ve güçlendirmek için söylenmedik
söz yapılmadık eylem bırakmamış. Çocuğu, eşi, anneyi, babayı, akrabayı mukaddes
kılmış, her türlü hakkı tanımıştır.
Allah’ın huzurundayken, tepesine çıkan çocuk kendiliğinden ininceye kadar
kıpırdamayan peygamberin çocuk hakları adına bu pratiğinden daha büyük bir alan
olabilir mi? Alın bunu içine çocuk hakları adına ne varsa koyun ve doldurun
doldurabildiğiniz kadar.
Eşlerimiz Allah’ın emanetidir. Bu kutsal emanete değer vermenin ve hak
tanımanın sınırı olmasa gerek. Bu değer ve hak sizi ancak yüceltir.
Anne babaya öf bile demeyin diyor Allah. Allah-u Ekber! Bu bir emir. Ölçüsüz
bir muhabbet. Allah bir kendini bu kadar özel kılmıştır bir de anne ve babayı.
Hakeza Kur’an 18 kez açık hüküm şeklinde akraba haklarını korumayı emreder. Bu
hüküm “Sıla-i rahimi terk eden Allah’ın rahmetinden mahrum
kalır” şeklinde veciz ve kat-i bir ifade ile kültürümüzde yer edinmiştir.
Yani aile kurumu ile ilgili koca bir hukuki ve kültürel müktesebatımız oluşmuş
ve toplumsal genetiğimize şekil vermiştir.
Elbette bize bahşedilen bu koca alanı yeterince dolduramamışız; üzerine fazla
koyamamışızdır. Zamanın ruhuna göre yenileyememişizdir. Allah’ın bahşettiği bu
koca sahada kendimizi zaman zaman dar alanlara hapsedip daralttıkça
daralttığımız da olmuştur. Yani secdede tepesine çıkan çocuğu rahatsız etmemek
adına kıpırdamayan peygamberin bu engin mirasını zenginleştirememiş, bu geniş
sahayı daha muhkem kaidelerle süsleyememişiz. Hakeza kadına, anne-babaya,
akrabaya tanınan bu koca hukuki ve örfi alanı renk cümbüşüne dönüştürememiş
olmamız elbette eksikliğimizdir. Allah size uçsuz bucaksız bir bahçeyi emanet
vermiş. O bahçeyi zenginleştirmek, güzelleştirmek, yeni fidanlarla desteklemek,
çitlerini süslemek için neler yapılmaz ki? Ama o bahçeyi ilk günkü gibi bırakıp
çitini yenilemez, çapasını yapmaz, yeni fidanlarla desteklemezseniz yüzyıllarca
gözünüz gibi koruduğunuzu zannettiğiniz bu bahçe koca çorak bir alana dönüşür.
Belki içinde yıkılmaya yüz tutmuş birkaç çınar ancak ayakta kalabilmiştir. Buna
rağmen Müslüman toplumların en muhkem kurumu aile ayakta kalabilmiştir. Batı bu
en muhkem kalemizi yıkmak için son iki yüzyıldır bütün enerjisini harcamıştır.
Gelelim bugüne. Seçim sathı mailinde aileyi korumaktan sıkça bahsedilir oldu.
Oysa son 20 yılda çıkarılan 3 kanun kadar aileyi ifsad eden bir uygulama
olmamıştır kanaatimce.
Birincisi, 2002 yılına kadar medeni kanuna istinaden evlenme yaşı 15 iken
sonrasında çıkarılan “Çocuk Koruma Kanunuyla” bu yaş 18’e çıkarılmış olup,
öncesinde gönüllü olarak evlenen 18 yaşından küçük binlerce kadının kocası
cezaevine atıldı. Çoluk çocuğa karışmış, yaşını başını almış bu aileler tam bir
yıkımın eşiğindedirler. Bu yaş grubuna gayri meşru ilişki serbest kılınmış,
evlilik yasaklanmıştır.
İkincisi ise sözleşmeli memurların sözleşme süresince eşlerinin yanlarına tayin
isteyememeleri. Düşünebiliyor musunuz, evliliklerinin baharında bu gençler
yıllarca çocuklarıyla birlikte birbirilerinden ayrı tutuluyor. Üstelik çöp
değerinde bir yönetmelik gereğince. Ve elbette son yirmi yılın icraatı olan bu
uygulama yüz binlerce ailenin temeline dinamit koymuştur. Bundan daha büyük bir
ifsat olamaz. Tabii ateş düştüğü yeri yakar. Bu yaşta bu büyük sorunla
boğuşturduğunuz gençlerde büyük bir öfkeyi de beslemiş olursunuz.
Üçüncüsü İstanbul Sözleşmesi ve 8 Mart 2012’de çıkarılan 6284 sayılı yasa.
Erkeği düşman olarak kodlayan, basit ve asılsız beyanlarla da bir hayvan gibi
evinden uzaklaştıran, kadının her cinsle ve her türlü ilişkisini hak olarak
tanımlayan bu yasalar bu iktidarın eseridir ve aile içi şiddeti artırmış,
azaltmamıştır. Oysa aile sadece kanunla değil duygu ve akıl ile de korunmalı
değil mi?
Ama maalesef batı bizi elimizle yıkmış ve “içten” çürütmüştür.
Yine de iktidarın aileyi yeniden korumayı öngören vaatlerini değerli buluyor,
ümit ve sabırla bekliyoruz.