Hatırlarsanız Aksa Tufanı hakkında da çok ileri geri konuşuluyordu. Eylemi MOSSAD’a atfeden bile oldu. İran'ın planladığı, İsrail'in işini kolaylaştırmak için yapıldığını söyleyen söyleyene... İçeriye sızıldığı, lider kadrosunun haberinin olmadığı, böyle bir kabiliyetinin olmadığı... Söyleyemeyip de zımnen düşünenler de ayrı bir kategori...

     Eylemi askeri ve siyasi açıdan doğru-yanlış ekseninde değerlendiren hiç olmadı gibi.

      Bunları elin gavuru derse neyse de özbeöz kardeşlerimizden duymak çok acıydı. Net bir fotoğraf karşısında ya miyoplardı ya da başkasının gözlüğünü kullanıyorlardı. Başkasının aklını kullandıklarını söylemeye dilim varmıyor.

     Sonra Hamas'ın müstesna ve destansı direnişi, liderlerinin tek tek şehit olması, İsrail'in onayı olmadan bir tas su veremedikleri Hamas'ın İran’ın desteğiyle ayakta kaldığını ve kimi kardeşlerinin bu durumu hased ettiğini anlayınca “gözlük” değişti elbet.

      Arkasından başta İran olmak üzere Ensarullah, Hizbullah, Irak ve Suriye'deki direniş hareketlerinin İsrail'le doğrudan çatışmasını ve savaşmasını aynı saikle "işbirlikçi", "hain", "Şii", "İsrail'in işini kolaylaştıran" ve akla ziyan birçok itham ile yaftaladılar aynı “gözlük” sahipleri kardeşlerimiz. Devşirme akılları saymaya bile gerek yok. Hizbullah'ın ve Yemen’in yüzlerce İsrailli teröristi öldürmesi bile bu gözlüklerden içeri sızmıyordu maalesef. Kendileri İsrail'e bir tek mermi atmamışken Hizbullah'ın sınır savaşının yanında atılan kıtalar arası balistik füzeler ile dalga geçiyorlardı. Ta ki İsrail, belki de “devşirme akılların” içeriden desteği ile de neredeyse lider kadrosunun tamamını şehit edinceye değin...

        Öyle ki Lübnan tarihin en ağır bombardımanına tabi tutulmuş, liderleri katledilmiş, binlerce savaşçısı "çağrı cihazı katliamı" ile ölmüş ve yaralanmış, halkın yarısı evini terk etmiş, beş bine yakın sivil şehid olmuşken, Hizbullah da tıpkı Hamas gibi müstesna ve destansı bir direniş gösterdi. Öyle ki İsrailliler sığınaklara gir-çıktan psikolojileri bozuldu. Tel Aviv'den Hayfa'ya füzenin düşmediği yeri kalmamıştı. Sınırdan İsrail’in izni olmadan Hamas'a bir bardak su geçiremeyen kimi kardeşlerimiz halen direnişi küçümsemeye devam ettiler.

      Hiç akıl sahipleri düşünmez mi ki; onlar da Azerbaycan Şii'si gibi, Mısır Sünni'si gibi, Türkiye dindarı gibi, Suud Selefi'si gibi işgalci ile iyi geçinselerdi bu felaket başlarına gelmezdi? Onların da milli menfaatleri, mezhepsel temayülleri yok muydu? Niçin Sünni Hamas için bunca bedel öderken biz Sünnilerden bu kadar hakaret işitmiş olsunlar.

Ya da faraza bugün onlar değil de Fransız, Alman, İtalyan, Rus veya Çin bizatihi İsrail'e füzesi atıp bu vahşetine set olsa veya sadece elçiliklerini çekse ya da ticareti kesmiş olsa, “elin gavuru” deyip düşmanlığımızı mı pekiştirecektik, yoksa bağrımıza mı basacaktık? Bunca vahşetin hamisi Batı'nın, Adalet Divanı'nın “vahşetine kılıf” babından eksik, sakat ve işgalci israilin vahşetini bir iki adama mal edip aklama kararına bile ne methiyeler düzdük.

      Şu çok net bir fotoğraftır ki Hizbullah'ın işgalci israil'e aldırttığı ateşkes, kazanılmış tarihi, müstesna, destansı bir zaferdir. Ben has bir Sünni’yim ve hep öyle kalacağım. Ama bu zaferin ilk saatlerinden itibaren, Gazze için bir tek taş atmamış, uyumuş, uyutulmuş hücrelerin harekete geçirilmesi, Müslümanların, en hafif haliyle "özgün" bulacağı bir strateji değildir. Direniş, ödünç kullandığımız "gözlüklerimizi" çıkarttırmak için daha neyi kaybetmeliydi, yok mu olmalıydı?