İnsan vücudu nihayet derecede
harika bir yaradılışa sahiptir. Diğer bütün canlılar da bulundukları ortam ve
ifa ettikleri görev açısından öyledirler muhakkak. Kusur ve eksiklerden beri
olan yüce Mevla’nın sanatı elbette harika ve büyüleyicidir. İnsana verilmiş
olan bu harika fiziki yapının yanında manevi duygularının da olduğunu düşünmek,
bunların her birinin değişik amaçlarının olduğunu ve bunların nasıl
kullanılması gerektiği konusunun çok dikkat gerektirdiğini bilmek gerekir.
Şayet insan kendisine
verilmiş duygu ve yetenekleri doğru bir şekilde kullanabilirse, karşılaştığı
her bir zorluk ve problemle bir şekilde baş edebilir. Ve insanın başına gelen
olumsuz işlerin genelde insanın sahip kılındığı bu duygularını yanlış
kullanmasından veya atıl bırakmasından kaynaklandığını unutmamak gerekir.
Bundan dolayı insan kendi yaptıklarından sorumludur ve başına gelen
olumsuzluklar onun kendi yapısındaki duygu ve yetenekleri kullanmadaki
ölçüsüzlük ve dengesizliğinin sonucudur. Ayet öyle der: “Sana gelen her iyilik
Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise senin kendi nefsindendir.”
(Nisa,79). Ama ne yazık ki, insanoğlu kötü bir sonuçla karşılaştığında sorumlu
olarak kendisini değil de başkasını görme, suçu başka şeylere yükleme
alışkanlığındadır.
Hayat bir sınav olduğuna
göre, insanın hareketli bir yaşam sürmesi ilâhi bir yasadır. Düşüşler, yeniden
ayağa kalkmalar kaçınılmazdır. Değişken bir hayatta ayakta durabilmenin tek
yolu imandır. İman; karşımıza çıkan her işin bir sınav olduğunu ve buna karşı
nasıl bir tavır sergilememiz gerektiğini öğreten temel disiplindir. Disiplin
sahibi olmayan kişi kontrolü kaybeder ve yaptığı yanlışlarla beraber kendini bu
dünyada da öte âlemde de mutsuz eder. Ve iman, en olumsuz tabloları bile
kazanca çeviren bir fırsat sunar mümine. İman sahibi; zorluğa sabretmek, bolluk
ve nimete de şükretmekle bütün hayatını değerli kılar. Hz. Resul-i Ekrem(sav)
bunu şöyle ifade etmiştir: “Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için
hayırlıdır ve bu durum yalnızca mümine mahsustur. Başına güzel bir şey
geldiğinde şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise
sabreder, bu da onun için hayır olur” (Müslim,Zühd,64)
Bazen sahip kılındığımız
duygularımızı yerli yersiz kullanırız. İnsanlara karşı böbürlenmek, onları
küçük görmek, haklarına tecavüz etmek gibi durumların hemen akabinde kafamızın
dank diye sert bir kayaya çarptığını görürüz. Kimi defa da gerilerde durur,
gerekli girişimi ve cesareti ortaya koyamadığımız için başkaları tarafından
basılır ve eziliriz. Korku ve ümitsizliğe kapılır elimizdeki bütün sermayemizi
yok yere tüketir ve yenilgiyi yaşarız. Bakın korku duyusunu denetleyemeyen,
aşırı korkan kişinin başına neler gelebiliyor.
Amerika'da bir idam mahkumu,
infazını beklerken hükümet yetkilileri bir teklifle gelir. Bir deney üzerine
idamını darağacında değil de zehirli bir serumla uyutarak yapmak istediklerini
ve bunun karşılığında ailesine yüklü bir para yardımı yapılacağını beyan
ederler. Mahkum önündeki seçeneğin iyi olduğunu, en azından ölürken ailesine
yardım edebileceğini düşünür ve kabul eder.
İnfaz gelir çatar, yatağa
yatırılır ve bir serum bağlanır. Doktor, infazın detaylarını mahkuma anlatır;
'Gördüğünüz gibi Bay Jefferson,
bağladığımız serumda kademe kademe renkli sıvı mevcut. En üstteki yeşil renkli
sıvı bittiğinde elleriniz ve ayaklarınız uyuşacak, ortadaki mavi sıvı
bittiğinde kollarınız ve bacaklarınız uyuşacak, en alttaki kırmızı sıvı
bittiğinde ise kalp ritminiz yavaşlayacak, nabzınız düşecek ve infaz gerçekleşmiş
olacak..' der.
Ve tam da doktorun söylediği gibi
gelişir her şey. Önce eller ve ayaklar, sonra bacak ve kollar uyuşur. Sonra ise
kalp durur ve mahkum ölür... Üzerinde deney yapılan mahkumun ölüm sebebi sadece
kalp krizidir.
Serumda bulunan ve zehirli olduğu
söylenilen sıvı ise sadece sudur...
İnanarak kendini bile öldürebilen
insan, inanarak yeniden
doğabilir...