Hırsızlığıyla meşhur bir adam
anlatıyor: İlkokul dördüncü sınıftaydım. Okuldan eve döndüğümde bir de baktım
ki kurşun kalemim kaybolmuş. Bunu duyan annem beni öyle bir dövdü ve hakaret
etti ki, canım çok acıdı. Hem dövüyor, hem de “geri zekalı aptal, beceriksiz
çocuk. Bir kalemine dahi sahip çıkamayan sorumsuz bir aptalsın” diye hakaret
ediyordu. Kalemimin kaybolmasına annemin gösterdiği bu aşırı tepkiye tepki
olarak arkadaşlarımın kalemlerini çalmaya karar verdim. Hemen ertesi gün işe
başladım. Ne bir kalem, ne iki, ne üç… İlkin kendi sınıfımdaki arkadaşların
hemen hepsinin kalemlerini aldım. İlk günler çalarken biraz korkuyordum. Daha
sonra artık ne korkum kaldı ne de işi yaparken heyecanlanma, yanlış yapma gibi
bir durum oldu. Kısacası artık usta bir kalem hırsızıydım. Korku nedir
bilmiyordum. İlerleyen günlerde okuldaki diğer sınıflara da el attım. Öyle ki,
işi müdür odasına girip oradaki işe yarar kırtasiye malzemelerini almaya kadar
ilerlettim.
Hırsızlık hayatımdaki bu ilk
yıl, sahadaki denemelerimden ibaretti. O bir yıl içinde hırsızlığın teorik ve
pratik yönünü kavramıştım. Daha sonraki yıllar ise meslekteki profesyonellik
yıllarım oldu.
Bu olay ebeveynin çocuğa ve
davranışlarına yanlış müdahalesinin tipik bir örneği.
Şimdi benzer hatta aynı olaya
farklı ve olumlu yaklaşımın bir örneği ve sonucuna bakalım.
Çocuğun annesi
anlatıyor:
İlkokul ikinci sınıfta
okuyan oğlum eve döndüğünde elinde farklı bir kalem olduğunu gördüm. Nedir bu,
nereden aldın bu kalemi dedim.
Çocuk: Anne, kalemim kayboldu
ben de bunu arkadaşımdan ödünç olarak aldım. Dedi.
Anne: Peki oğlum, arkadaşın
bu kalemi sana vermek karşılığında senden ne aldı. Bir şeyler mi ona yedirdin
veya buna karşılık ona başka bir şey mi verdin?
Çocuk: Hayır, benden bir şey
almadı arkadaşım.
Anne: Öyleyse arkadaşın çok
sevap kazandı. Sen de ondan geri durmamalısın.
Çocuk:
Ama bu nasıl olur?
Anne:
Sana iki kalem
alacağım. Birisiyle kendi yazılarını yazarsın, diğerini de arkadaşlarından
kalemini unutup getirmeyen veya kaybedenlere verip işlerini görmelerini
sağlarsın. Bu ikinci kaleme “sevap kalemi” diyeceğiz. İhtiyacı olan arkadaşlar
senden ödünç alırlar, okul dağılınca yine kalemini alır çantana korsun.
Çocuğun annesi sonra şöyle
dedi: Oğlum bu teklifime çok sevindi ve biz bu planı hemen devreye koyduk. İlerleyen
günlerde oğlumun çantasında taşıdığı sevap kalemlerinin sayısı altıya yükseldi.
Bu olay oğlumun okul düşüncesini de değiştirdi. Daha önce okulun seviyesini
beğenmeyen oğlum, okulu, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla çok güzel ilişkiler
geliştirdi. Artık herkes onu güzel kalbi ve yardımseverliğiyle tanıyordu.
Şu işe bakın ki, oğlum bugün
üniversiteyi bitirdi. İşi var, eşi ve çocukları da var. Ve aynı zamanda o
“sevap kalemi” işini de pek genişletip ilerletti. Evet, o bugün yöremizin en
büyük hayır kurumunun başkanı.
Çocuk terbiyesi çok küçük
yaşlarda başlayan son derece önemli bir olaydır. Eğitim zaman işidir, ama bir o
kadar ilgi ve alaka gösterme işidir de. Anneler çocuklarının eğitiminde
babalardan çok daha etkin olduklarının maalesef farkında değiller. Oysa anne,
çocuğun ilk ve en büyük öğretmenidir. Dolayısıyla çocuk yetiştirmede en
öncelikli ve en büyük etkiye sahip annelerin yetişmeleri büyük önem arz eder.
Ebeveynden birinin yanlışı veya doğrusu çocuğun hayatına direk sirayet
eder.
Ana ailenin güneşidir. Bir
ailede o olmazsa veya yanlış yaparsa orada büyüyen çocukların hali, istikbali
tehlikeye düşer, gölgede kalmış meyveler gibi olgunlaşmazlar.