İnsanın huzur ve sükunete
olan ihtiyacı, yeme, içme ve barınma gibi maddi ihtiyaçlarından daha güçlü ve
önceliklidir. Çünkü iç huzuruna sahip olmayan bir insanın maddi refah ve
bolluktan bir lezzet almayacağı ortadadır. Bugün bunalım ve stresin
pençesindekilerin en çok maddi refahı yerinde olan kişiler olması bu hakikatin
canlı bir belgesidir. İnsanlığın ruhi, manevi ihtiyaçlarını görmezden gelen
günümüz uygarlığı, kişinin maddi ihtiyaçlarının karşılanmasıyla probleminin
kalmayacağını varsayarak en büyük hataya düşmüş ve insana en büyük kötülüğü
yapmıştır.
İslam, insanın
hem maddi hem de ruhi ihtiyaçlarının olduğunu, bunlardan herhangi birinin göz
ardı edilemeyeceğini belirtmiş ve bunlar arasındaki dengeyi çok hassas
ölçülerle ortaya koymuştur. İâhi vahiy, hayatın hedefinin yemek/içmek
olmadığını, ancak hayatın devamı için bunların zaruri bir ihtiyaç olduğunu
belirtir. Halk arasında yaygın bir hikmet öğretisinin dediği gibi “insan yemek
için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir”.
Kur’an, dünya
hayatının geçici saltanatı ve nimetlerine aldanmamayı öğütler. Zira bu aldanış
insanı azgınlığa, zulme sevk eder. İnsan, eşya ile olan irtibatını dengede
tuttuğu oranda kendini ve özünü korumuş olur. Aksi halde kendini tanımaz ve
özüne yabancılaşmış bir hale girer. “Eşref-i mahlukat” olarak yaratılmışken
“esfeli safilin” derekesine yuvarlanır. Kur’an, insanın bu asli hüviyetini
muhafaza edebilmesi için gerekli uyarı ve öğütleri çokça yapar
"Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana
verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma, Allah'ın
sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik yap, yeryüzünde bozgunculuk isteme.
Doğrusu Allah bozguncuları sevmez." (Kasas,79)
Dünyaya ve onun
nimetlerine aşırı bağlılık insanı yaradılış amacından saptıracağı gibi, onu her
tür merhametsizlik ve hukuksuzluğa da sevk eder. Hz Peygamber(sav) “Dünya
sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.” ( Beyhakî, Şuabu'l-İman) diyerek bu
hakikatin altını çizmiştir.
Hz. Pir (ra) insan
için önemli bir tehlike olan dünya sevgisi ve nimetlerine tutkusunu şu dikkat
çeken benzetmeyle anlatır: “Dünya malının sevgisi deniz gibidir, varlığının
içine girerse batırır, dışında durursa varlık gemisinin yüzmesine yardımcı
olur. Geminin içine su dolması onun batmasına sebep olur. Fakat suyun gemi altında
bulunması, ona dayanak teşkil eder.” (Mevlânâ, Mesnevi I, b. 978-979)
Dünyevi nimetler
insanı doyurup tatmin edemez. Zira insanın özü olan ruhu ebediyet âlemindendir.
Bir de fani olan dünyanın peşinde koşmak hırs doğurur ki bu da insan için çok
daha kötü ve tehlikelidir. Bugün insanların yaşadığı bunalım ve kaosun
temelinde bu hırs ve doyumsuzluk yatmaktadır. Ülkeler arasındaki rekabet,
savaşları, savaşlar da her tür yıkım ve sefaleti beraberinde getirmektedir.
Kur’an, dünyevileşme hastalığıyla kendinden geçip, yoldan sapan toplum ve
karakterlere vurgu yapar ve onların uğradığı hüsranın boyutlarını gözler önüne
serer. İlâhi vahyi ve resulleri dinlemeyip sahip olduklarıyla azıp şımaran Ad,
Semud, Lut, Sebe, Medyen ve diğer bazı kavimlerin kıssaları zikredilir. Bu
kıssalardan alınması gereken derslere dikkat çeker. Bu kıssalarda özetle şu
mesajlar vardır:
Kim makamıyla övünürse,
FİRAVUN'a baksın!
Kim malıyla övünürse, KARUN'a
baksın!
Kim rütbesiyle övünürse,
HAMAN'a baksın!
Kim soyuyla övünürse, EBU
LEHEB'e baksın!
Kim ilmiyle övünürse,
ŞEYTAN'a baksın!
Allah bizleri, kibirden ve
benlikten korusun!
Evet dünyaya tapınma çok
tehlikeli sonuçlar doğuran ve insanı mutlu edeceği sanılırken, tam aksine onu
baştan çıkaran en büyük tehlikedir ki bugün bu tehlike her zamankisinden daha
çok yaygınlaşmıştır. İşin daha kötüsü ise insanlığı sahili selamete kavuşturma
görevi olan Müslümanların da bu tehlikenin pençesine düşmüş olmalarıdır. Evet
dünya ve nimetlerinin peşinde koşanlar meşhur hikmetin dediği gibidirler: “Dünya
hayatına meyledenler deniz suyu içenlere benzerler. İçtikçe susarlar, susadıkça
içerler”.