Hz. Mevlana, İslami
hakikatleri temsili hikayelerle anlatmanın pîri sayılır. Bu alanda onun kadar
meşhur olmuş başka biri yoktur sanırım. Bu tarz anlatım hem çok daha anlaşılır,
hem etkileyici hem de kalıcı oluyor. Mesnevi’nin hikayeleri, halkın arasında da
çok beğenilmiş ve anlatılır olmuş. Yani Mevlana’nın yazdıkları sadece belli bir
okur -yazar kesimince değil, halk kesimince de anlaşılmış, beğenilmiş ve
nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Bu özelliğinden dolayı Mesnevi asırlardan
beri okunmaya devam ediyor. Bugün İslam alemi dışında da en çok okunan ve
tanınan bilge Mevlana’dır diyebiliriz.
Bugünkü
Müslümanların Celaleddin-i Rumî’nin kullandığı bu tarzı daha da geliştirmeleri,
tekamül ettirmeleri gerekirken ortada çağın dikkatini çekebilecek bir şeyin
olmadığını görüyoruz. Bugün hâlâ ilmihal diliyle İslam’ı anlatmaya
çalışanlarımız var. Bugünün insanının kalbine ulaşacak bir dil ve üsluba sahip
kaç hocamız, yazarımız, hatibimiz var?
Bugünkü yazımızda da yine Hz.
Pir’in (ra) bu temsili kıssalarından birine bakalım:
“Eşeğiyle su dağıtan fakir bir
sucu vardı. Adam fakir olduğu için hayvanını doyuramıyor, bakımını aksatıyordu.
Demir şiş ve ağır yüklerle sırtı yara bere içindeki biçare eşek, değil arpa,
kuru samana bile hasret kalmıştı. Saray ahırının seyisi bizim fakir sucuyu
tanıyordu. Bir gün ona eşeğinin neden böyle zayıf ve dermansız göründüğünü
sordu. Sucu da:
- Sebep benim fakirliğimdir,
zavallı arpasız, yemsiz ve bakımsız kaldı, dedi. Seyis bir iyilik yapmak
istedi:
- O halde sen onu birkaç
günlüğüne bana bırak. Zavallı, padişah ahırında birazcık felekten kâm alsın.
Biçare eşek böylece
saray ahırına alınınca orada keyfinden yerinde duramayan bir dizi güzel atlar
gördü. Atların önüne en güzel yemler konuyor, altları süpürülüyor, tüyleri
taranıyordu. Hasılı fakir evine göre saray neyse eşeğin gözüne de burası öyle
göründü. Kendi halini atların durumuyla karşılaştıran merkebin yüreği kabardı
ve başını kaldırıp acı acı siteme başladı:
- Ya Rabbi, her ne kadar hakir
bir eşek isem de ben de senin kulunum. Geceleri sırtımın acısından ve karnımın
açlığından öyle hallere düşerim ki içimden ölsem de kurtulsam diye geçer.
Bunlar bu kadar nimet içinde iken benim hayatım böyle acı ve ızdırap içinde
geçsin, bu reva mı?...
Bu niyazın üzerinden
çok geçmemişti ki komşu ülkeyle savaş çıktığı haberi geldi ve atlar eğerlenip
savaşa gönderildiler. Çok geçmeden giden atların çoğu yara bere içinde geri
döndü. Kimisi ok, kimisi ise mızrakla yaralanmış, kırılan parçalar içeride
kalmıştı. Bakıcılar aletlerini hazırlayıp atları sıkıca bağladılar ve
ellerindeki bıçaklarla hayvanların yaralarını deşmeye ve içerdeki parçaları
çıkarmaya başladılar. Hasılı ortalık kan gölüne dönmüş, o nazenin atlar pek
zavallı bir duruma düşmüştü. Bütün bu olan biteni ibretle seyreden eşek tekrar
başını kaldırıp şöyle niyaz etti:
- Ya Rabbi, sen önceki sözlerimi
bağışla. Ben bu fakirliğime razıyım. Sonucu böyle olacak nimet geri kalsın,
istemem, dedi.