Kur'an-ı Kerim, verilen ahitlerin mutlaka
yerine getirmesi ve ahde vefa gösterilmesini emrediyor. Ahdi bozmayı,
vefasızlığı ise kötülüyor, menediyor. Hatta çarpıcı bir örnek vererek ahdini
bozanları aptallıkla niteleyip aşağılıyor. Bazı kimselerin ahitlerini bozarken
kendilerince gösterecekleri sebep ve mazeretleri de reddediyor:
"İpliğini iyice eğirip katladıktan
sonra, söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin sayıca daha çok olmasından
ötürü yeminlerinizi aldatma aracı yapıyorsunuz. Allah, onunla sizi imtihan
eder. Kıyamet günü, ihtilaf ettiğiniz şeyleri elbette beyan
edecektir." (Nahl, 92)
Ayet-i Kerime, ahdini bozan insanları
budala kadına benzetiyor. Bir kadın ki, yününü iyice eğirip iplik haline
getirdikten ve iyice sardıktan sonra, tekrar söküp dağıtarak eski haine
getiriveriyorsa buna aptal kadın yani akılsız, beyinsiz kadın denir. İşte
ahdini bozanlar da beliğ bir teşbih ile tıpkı bu kadına benzetilmektedir.
Burada antlaşma yaparak kesin söz veren
insanların tekrar sözlerinden dönerek bu kadının durumuna düşmemeleri için
uyarılmaktadır. Özellikle müminler, şahsiyetlerini koruyarak budala kadının
durumuna düşmemeleri için ikaz edilmektedirler. Sabırsızlıktan, zayıflıktan ve
iradesizlikten kurtulmaları için uyarılmaktadırlar.
Ahdini bozan kimseler azimetten yoksun ve
ileri görüşten mahrum kimselerdir. Bu benzetmedeki bütün ayrıntılar hakaret,
hayret ve garipliklerle dolu bir anlam taşımaktadır. Ahitleri bozmayı
kötülemekte ve bunu çirkin bir iş olarak ruhlara yerleştirmeye çalışmaktadır.
Şahsiyetli ve akıllı bir insanın kalkıp da bu kadına benzemesi ve onun gibi
zayıf iradeli olmayı kabul etmesi düşünülemez.
Ayeti kerimede, ahdi bozma durumunda olan
devletler de aynen inanmaktadır. Bir devlet bir başka devletle antlaşma
imzalar, sonra da güçlü ve nüfuzlu devletlerin diğer saflarda yer aldığını
ileri sürerek antlaşmasını bozar ve bunda devletin çıkarının söz konusu
olduğunu iddia ederek çekilirse, İslam bu sebepleri kabul etmez ve mutlak
şekilde ahde vefa gösterilmesini emreder.
Ancak İslam, verilen sözlerin ve
antlaşmaların hile ve oyun vasıtası kılınmasına da göz yummaz. Şunu unutmamak
gerekir ki; İslam, iyilik ve Allah korkusu esasları dışında yapılan hiçbir
antlaşmaya itibar etmez. Günah, isyan ve kötülük esasları üzerine yapılmış
antlaşmaları reddeder. İslam devletinin yapısı da bu esaslara göre kurulur.
Müslümanlar verdikleri sözü tutmalarından
dolayı tarihte, birçok kavimin İslam'a girmesine vesile
olmuşlar. Müslümanlardaki doğruluk ve sadakat, inançlarındaki samimiyet,
işlerindeki temizlik ve dürüstlük onları hayran bırakarak İslam'la
tanışmalarına vesile olmuştur. Böylelikle Müslümanlar, kaybettikleri basit ve
küçük çıkarlar yerine pek büyük kazançlar elde etmişlerdir.
Bir Müslümanın sözü gerçekten Allah'a
verilmiş bir sözdür. Müslüman, Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı
düşündüğü an Allah'ın kendisini hesaba çekeceğini düşünerek bundan
vazgeçer. Çünkü ahdine sadık kaldığında Allah katında kendisi için
hayırlar hazırlandığının şuurundadır:
"Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp
değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha
hayırlıdır." (Nahl, 95)
"Ahidleşip antlaşma yaptığınız
zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak,
pekiştirdikten sonra, yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri
pekiyi bilendir." (Nahl: 91-92)
Burada önem sırasına göre üç çeşit
anlaşmadan bahsedilmektedir. Birincisi ve en önemlisi Allah (cc), ile insan
arasındaki ahittir. İkincisi, bir insanla bir başka insan arasında Allah-ı
şahit tutarak veya Allah'ın adı anılarak yapılan ahitleşmedir. Üçüncüsü ise,
Allah'ın adı anılmadan yapılan ahittir. Her ne kadar bu önem sırasına göre
üçüncü ise de bu ahdin yerine getirilmesi de ilk ikisi kadar önemlidir ve
bozulmaması emredilmiştir.
Bu konuda peygamberimiz sallellahu
aleyhi vesellem de şöyle buyurur: "Ahdine vefası olmayanın imanı da
(dini de) olamaz." (Zehebi, Kebair 108)