Sizin bu ümmetiniz tek bir
ümmettir, Ben de sizin Rabbinizim! O halde yalnız bana kulluk edin."
(Enbiya: 92)
Ayeti kerimede geçen
"ümmet" kavramı, kategorik olarak Ümmeti icabet ve Ümmeti vahdet diye
ikiye ayırabilir ve iki şekilde tefsir edebiliriz.
Ümmeti icabet; en son
gönderilen peygamber Muhammed aleyhissalatu vesselamın risaletine, ona
indirilen Kur'an'a ve sünnetine inandığını söylediği halde, onun şeriatı ile
amel etmeyen kimselerin oluşturduğu yığınlardır. Bunların hayatlarında kısmı bir
yaşantı olsa da İslam'ı bütünüyle yaşayıp organize olamadıkları için, yeryüzü
halkları nezdinde ne bir etkileri ne de itibarları vardır.
Özellikle 2. Dünya harbinden
sonra emperyalistler onları yontarak bu hale getirdikten yani ulus devletlere
ayırdıktan sonra, bir daha bir araya gelip tek ümmet bilinciyle organize
olmalarına müsaade etmediler. Ellerinden geldikçe aralarındaki sınır anlaşmazlığı
yüzünden onları birbirlerine kışkırtıp savaştırmaya, güçlerini içlerine dönük
yapay sorunlarla tüketmektedirler.
Ümmeti vahdet; Bunlar
Muhammed’in (aleyhissalatu vesselam) risaletine inandıkları gibi Onu hayatın tüm
alanlarında örnek ve yegâne önder kabul edenlerdir. Kur'an-ı Kerimi ve sünneti
nebeviyi hayatın ana düsturu kabul eder ve hayatlarını onunla
şekillendirenlerdir. Onunla amel eden âlimleri rehber edinerek organizeli
şekilde onların arkasından giden topluluğun adıdır bu ümmet!
Bu ümmetin fertlerini
birbirlerine bağlaya ana unsur, tek bir Allah'a kulluk etmek ve onun indirdiği
kanunlarla hükmetmek şeklinde iman ve akide bağıdır. Bunların rengi, dili, ırkı
ve coğrafyası farklı da olsa tek bir ümmettir. Farklı sembolleri, bayrakları,
devletleri ve örgütleme biçimleri olsa da bu genel kaideyi değiştirmez.
Ancak bunların hepsini tek
bir bayrak altında toplayan bir (la ilahe illallah) bayrağı ve bunların başında
hepsinin biat edip emrine itaat edecekleri bir başın (halifenin) olması
gerekir. Bir zaman bu baş var iken Onun tek bir fermanı ile ordular ayağa kalkar,
İslam diyarlarının dört bir yanından askerler toplanır ve gösterdiği hedefe
cihada çıkarlardı.
İşte bugün Filistin'de yokluğunu yaşadığımız ümmet budur.
Bugün iki milyara yakın koca bir İslam âleminin
varlığına rağmen Gazze'nin kendi başına terk edilmesi, yalnız ve sahipsiz
bırakılmasının tek nedeni, bu tarz ümmetin yokluğudur. Oysa yukarıdaki ayeti
kerimede açık olarak belirtildiği gibi bütün Müslümanların derhal bu ümmeti
oluşturmaları gerekir.
Şu halde bütün dünya
Müslümanlarının yani Müslüman halklardan oluşan 57 devletin bir araya gelip
ulusal bayrakları olmasına rağmen, bir tek bayrağın (Tevhid bayrağının) altında
toplanmaları bir zarurettir. Bütün bir ümmetin başına seçilecek Halifenin mahiyetinde
askeri, siyasi ve ekonomik olarak bağımsız bir federasyonun, birlikteliğin
oluşturulması bir farzı kifayedir.
Müslümanlar ümmet olarak bu
güce ulaşmadan, bu küresel bağımsızlığı elde etmeden, sözde bağımsız ulusal
devletlerin hiçbirisi ne kendini ne de başkasını koruyabilir. Hiç kendimizi
kandırmayalım! Emperyalistler bu devletçikleri, emirlikleri aramızda ihdas
ederken, onları nasıl kuşatma içinde tutacakları ve icap ettiğinde nasıl
birbirleriyle uğraştıracaklarını da iyi hesap etmişlerdir. Onların döngüsünde
kaldığımız sürece halimiz asla değişmeyecektir.
Sonuç olarak Müslümanların bu
kuşatma çemberinden çıkıp kurtulabilmeleri için, önce onlardan ithal ettikleri
ne kadar insani değer ölçüleri, ekonomik sistemleri ve demokrasi dedikleri
milletlerin kaderini çalma oyunları varsa, hepsini reddedip çöplüğe atmaları ve
kendi özüne dönmeleri gerekir. Bunun için geçmişten günümüze kadar bu ümmetin
elinde çok zengin ve büyük bir müktesebat vardır. Sadece bunun bir güncellemesi
gerekiyor. O kadar...