İçinde yaşadığımız toplumda bireylerin karşılıklı hak ve
hukuklarına riayet edilmesi kadar daha doğal bir değer yoktur. Kuşkusuz bu
değerlerin başında akrabaya iyilikte bulunmak, onları sorup ilgilenmek gelir. Akraba,
insanın içinde doğup büyüdüğü ailenin biraz daha genişletilmiş yelpazesidir.
Bunun için ana-baba tarafı fark etmez.
Akrabayla ilgilenip ihsanda bulunmak, akrabalık bağı olan en
yakınlardan başlayarak herkese sılayı rahim yapmak, hal hatır ve ihtiyaçlarını
sorup gözetmek, bayram gibi özel zamanlarda onları ziyaret ederek, onlarla olan
güzel ilişkileri devam ettirmek ve ihtiyaçları olmasa bile hediye tarzında
onlara ikramda bulunmaktır.
Akrabalık bağını kesmek, Kur’an-ı Kerim’de ağır bir dille
kınanmış, elim azapla tehdit edilmiştir; Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlarla
birlikte zikretmek gibi vahim bir akıbetle uyarmıştır: "(İslam'dan yüz
çevirip) geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını
kesmeye dönmüş olmaz mısınız?" (Muhammed, 22)
Bu ayette akrabalık bağlarının kesilmesi, İslam’dan yüz
çevirmek gibi kötü bir şekilde tavsif edilmiştir. Akrabalara iyilik yapmak,
ihsanda bulunmak ise, adalet gibi İslam'ın mühim bir emri olarak ifade
edilmiştir: "Muhakkak ki Allah, adâleti, iyilik yapmayı ve akrabaya yardım
etmeyi emreder..." (Nahl, 90)
Burada adâlet ve ihsan kavramlarından hemen sonra akrabaya
iyilik etmenin zikredilişi, onun önemine binaendir. Başka bir ayeti kerimede
ise şöyle buyrulur: “Sana (Allah yolunda) ne infak edeceklerini soruyorlar. De
ki: ‘Hayırdan harcadığınız şey, ana-baba, akrabalar, yetimler, fakirler ve
yolcular içindir. İyilik olarak ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.”
(Bakara, 215)
Akrabaya iyilik yaparken elbette bunun öncelik ve sonralık
durumu var. Başta ebeveyne bakmak ilk görevimizdir. Diğer akrabalarımız
yakınlık sırasına göre onları takip eder. Dolayısıyla “yakın olanlar,
başkalarından daha evladır” kuralınca yapılması daha makuldür. Tabi bu ihsanın
yanı sıra özel ilgi ve alakanın da olması gerekir:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini
yaratan ve ikisinden birçok erkek ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden korkun.
Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık
haklarına riayetsizlikten sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde
gözetleyicidir.” (Nisâ, 1)
Kur’an-ı Kerim’de akrabaya yardım emri, İslam’ın üzerimize
farz kıldığı temel esaslarından olan zekât ve fitre gibi infaklardan ayrı bir
emirdir. Sadece zekât ve fitrelerimizi akrabalara vererek bu emrin gereğini
yerine getirmiş olamayız. Bir kere şunu belirtmemiz gerekir ki, eğer akrabalar
zekât verilecek sekiz sınıftan biri değilse sırf akraba oldukları için onlara
zekât fitre verilmez, verenlerin de üzerinde kalır.
Toplumdan bize (ittihada) gelen sorulardan anlıyoruz ki,
birçok Müslüman zekât ve fitresini müstahak olan yere vermiyor. Bir cepten
çıkarıp diğer cebe indirecek şekilde bakmakla yükümlü olduğu kişilere veriyor.
Onlara zekât ve fitresini vererek akrabalık hakkı ödediğini sanıyorlar. Hatta
bazıları: “akraban varken başkasına veremezsin” şeklinde fetvasını de kendileri
veriyorlar.
Sonuç olarak yakınlarımızla akrabalık bağlarını korumaya itina göstermek, onlara gücümüz nisbetinde iyilikte bulunmak, en asli görevlerimizdendir. Allah’ın kesin emri ve Resulullah sallellahu aleyhi vesellemin hassasiyetle üzerinde durduğu sılayı rahmi görüp gözetlemeye dikkat edelim ki, hadisi şeriflerin hükmünce, dünya hayatımız mutlu, ömrümüz bereketli ve huzurumuz yerinde olsun.